DENEDİĞİM ÜRÜNLER

14 Eylül 2015 Pazartesi

Ne kadar az tüketebilirsin?

Bugün tüketim ile ilgili çok güzel bir makale okudum. Zaten bir süredir az tüketmek, ihtiyacım kadar almak konusunda dikkat ediyordum ama yine de alışveriş sitelerine girip bir şeyler almama engel olmuyordu bu dikkat !

Amerika'ya gitme planı ile birlikte tabi para biriktirmekte mecburiyet oldu. Kendime bir hedef koydum. Önümüzdeki ay temmuz ayına kadar yeni kıyafet, ayakkabı, ev eşyası yada aksesuar almayacağım. Aşırı olmamakla beraber tüketimi alışkanlık haline getirmiş bir kişi olarak sanırım bu çok zor gelecek. Yani şu anda hiç zor gelmiyor ama bir ay sonra bakalım bağımlılar gibi komaya girecek miyim merak etmiyor değilim. Kendi üzerimde bir deney olsun bu da :))

Başta bahsettiğim makalede insanları tüketmenin değil tecrübe etmenin gerçekten mutlu ettiğinden bahsediyordu. Yani yeni bir ruj almak yerine arkadaşlarınla birlikte bir öğlen yemeği yemek. Yada yeni giysiler yerine tatile gitmek, seyahat etmek. Düşününce ben de en çok bu anılarla mutlu olduğumu farkettim. (Sahip olduğuma en mutlu olduğum elektronik olan ve evde yapışık gezdiğimiz Ipad'i hariç tutarım hehe). Bir yaz tatilini geçirmek için bir kot şort yeter insana yada iki çift bikini, sayısı beşi geçmeyecek kadar da tişört,  o zaman bu kocaman valizi ben ne gereksiz eşyalarla dolduruyorum diye sorarsın kendine. İnsan az  ama şık olan parçalar ile idare edebilir pekala.

Sadece mevzu kıyafet mi? Evimizi de pek çok gereksiz eşya ile dolduruyoruz. Zaten evde çok eşya sevmeyen biriydim öteden beri ama benim bile evi arındırma operasyonuna ihtiyacım var belli bir düzeyde. Misafir için tek nevresim takımı ayırmak yeterli örneğin ikinci takıma ihtiyacım yok aslında. Mutfağı dolduran tabak çanağa ne demeli. Ölene kadar yeni bir  mutfak eşyası almamı gerektirmeyecek kadar fazla tabak var...

Temmuza kadar bakalım bu fikirler değişecek mi hep birlikte göreceğiz. Dürüst olup arada kaçamak yapmayacağıma söz veriyorum ;)

Sanırım yavaş yavaş kendimi daha iyi tanıyorum..


3 Eylül 2015 Perşembe

Kelimelerin Gücü

Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba. Hep yazmak istedim, aklımda konular belirledim ama nedense bilgisayar başına geçince vazgeçtim. Şimdi hazırım sanırım...

Miskin'i kaybetme sürecinde hayatımın en mutsuz günlerini yaşadım. Kim ne derse desin umrumda değil Miskin'i kaybetmek benim için bir insanı kaybetmekten farksız oldu. Hatta bir insanı değil sanki kendi kolumu bacağımı gömmüşüm gibi geldi toprağa. Yaşamın anlamsızlığını, kısalığını bir kere daha hatırladım. Mutsuzluk beni yeniden düşünmeye, kendimi tekrar keşfetmeye sürükledi. Ben hayattan ne istiyordum? Mutluluk için mi yaşıyorum? Zevk için mi ? İnsanlığa hizmet için mi ?

Ben hayatı mutlu olmak ve güzel anılar biriktirmek için yaşıyorum sanırım. Her ne kadar bu anıların da bir anlamı olmadığını düşünsemde zavallı can bulmuş bünyem  en azından bir bütünken ve işliyorken bari mutlu olsun diye düşündüm. Benim için mutluluk nedir ? Beni ne mutlu eder? Bunları düşündüm uzun uzun. Hayattaki amaçlarımı, hayallerimi serdim masaya. Uzun yıllardır hep yurtdışına gitmenin hayalini kurmuştum, hep konuşmuştum ama konuşmada kalmış hiç bir icraatta bulunmamıştım.

Hep bir bahanem vardı, param yok, işim belirsiz vs. Sonra düşündüm. Bir insan bir şeyi yapmak isterse bence önünde kimse duramaz. Öyle yada böyle her şeyin üstesinden gelebilir yeter ki istesin. Benim karakterim de biraz öyledir zaten. Bir şeyi çok istediysem altından girip üstünden çıkar asılırım. Bir şeyi istersem ama emin değilsem denize olta atarım takılırsa olur, takılmazsa devam ederim. Ben uzun yılllardır denize olta attım bekliyordum işte. Şimdi ise olta takımını bir kenara atıp kendimi suya attım.

İşte kelimeler, konuşmalar, algıda seçicilik bu noktada bana bir sürü kapı açtı. Hayalimi gerçekleştirmenin pek çok yolu var ve ben bu yollar arasında dolanırken, yıllardır sürümcemede bıraktığım yüksek lisans tezimin öğrenci değişim programı sayesinde beni yurtdışına atabilecek bir fırsat olabileceğini keşfettim mesela. Şimdi okullar ile görüşüyorum, başvuru koşullarını belgelerini araştırıyorum bir yandan toefl çalışıyorum, bir yandan ingilizce kitap okuyorum.

Kısaca dünyevi dertlerden uzaklaşayım derken başka bir seviyede bu dertlerle uğraşır oldum aslında :).
Ama sonuçta yaşamın kuralı bu değil mi ? Bir şeyler yapmak istiyorsan bir bedel ödemek zorundasın. Dünyayı gezmek istiyorsam, bir yıl boyunca Amerika'da yaşayıp gezebileceksem bir kaç ay sıkılayım prosedürlerle uğraşayım razıyım ben. Amerika olmazsa Erasmus ile Avrupa...Ne olursa olsun hayalimi bir köşesinden gerçekleştirmeden bu sevdadan vazgeçmeyeceğim ...









20 Ağustos 2015 Perşembe

28 Haziran 2015 Pazar

Dişçi Korkusu Nasıl Yenilir?

Başlıktan fark edeceğiniz üzere bu postun konusu çok farklı. Yine enteresan bilgiler öğrendim ve yine paylaşma güdüsüyle dolup taştığım için soluğu burada aldım. Dişleriyle problem yaşamayanlar için sıkıcı bir yazı olabilir, ama benim gibi çocukluğundan beri dişçilerden uzak duran, dişçi koltuğuna elektrikli sandalye gözüyle bakan, ağzına yapılacak iğne sebebi ile üç buçuk atan biriyseniz bence bir göz gezdirin derim.

Benim dişçi korkum aslında 8-9 yaşlarıma dayanıyor. Öndeki süt dişlerimden bir tanesi sallanmaya başlamıştı ama henüz düşme kıvamına gelmemişti. Babamla birlikte bulunduğumuz ilçedeki diş hekiminin yolunu tutmuştuk. Diş hekimi son derece babacan bir edayla sakin ol bir şey yapmayacağım sadece kontrol edeceğim diyerek elini ağzıma soktu ve dişimi tuttu. Sonrası benim için travma çünkü aptal adamın niyeti eliyle dişimi çekmekmiş. Tabiki çok canım yandı ve çok korktum. Benim için son dişçi randevusu o gün oldu. Taki iki sene önceye kadar. 20 'lik dişim kocaman iltihaplanınca ve iki hafta boyunca geçmeyince artık pes edip arkadaşımın önerdiği bir dişçiye gitmiştim. Tabiki gün boyu stres yaparak, sürekli iğnenin bana doğru yaklaştığı görüntü kafamda dönerek, neyseki hiç te korktuğum gibi olmadı.

Sanırım benim çocukluğumdan bu yana dişçilerin yaklaşımı oldukça değişmiş :). Yada bilmiyorum gittiğim yer özel olduğu için de bu kadar ihtimam gösteriyor olabilirler ama benimle konuşmasından muayene tarzına kadar her şey çok farklıydı. Bence dişçi korkusunu yenmek için bir numaralı altın kural dişçiyi iyi seçmek. Doktorun pozitif yaklaşımı ve size en ince detaylarına kadar yalnızca tedaviyi değil niye başınıza böyle bir durum geldiğini açıklaması çok önemli. O kadar detay bilmek zorunda değilsiniz belki ama başınıza neyin neden geldiğini sorgulamak sonrasında alınacak tedbirler için çok önemli. İlk defa o doktorun muayenehanesinde iğne korkumu büyük oranda yendim mesela çünkü hiç canım acımadı. Meğer iğne yapmanında tekniği ve püf noktaları varmış. Önce jel ile iğne yapılacak yerleri güzelce uyuşturuyorlar. Sonra incecik iğneleri acele etmeden yavaş yavaş sıkıyorlar. Eğer iğne aniden sıkılırsa anestezi maddesi damarlara aniden baskı yaptığı için aslında canımız yanıyormuş yani iğne girdi diye değil. Benim korkumu bildiği için çok özenle ve aralıklarla anestezi işlemini yaptılar. Sonrası zaten uyuşukluk ve şişlik hissi. Bir takım aletler oyup duruyor ama acı hissetmeyince o kısım rahat geçiyor ben yine de geriliyorum tabi. İşte böylesine güzel bir dişçi deneyiminden sonra tekrar dolgu yapılmak üzere sözleştik ancak ben iş yoğunluğu vs bahane ederek gitmedim bir daha. Evet çok güzel geçti her şey süperdi ama uzaklaşınca yine korktum işte. Zaten 20 lik dişimin korkusuyla gitmiştim şimdi yeni bir ağrı sızı olmayınca erteledikçe erteledim.

Bu arada dişlerim kanıyordu zaman geçtikçe daha  çok kanamaya başladı, ama ben yine erteliyordum tabiki. Taki düne kadar, of çok tembelim. Ama artık konuşamaz , gülemez hale gelmiştim. Dişlerim çok kanadığı için fırçalamaktanda çekiniyordum sanıyordumki fırçaladığım için kanıyor diş etlerim hassas ama meğer o öyle değilmiş.

Bir önceki doktorum çok iyi demiştim ya dün gittiğim doktor çok çok çok iyiydi. Zaten bir önceki doktorumun dişçisi :). Güldüğüme bakmayın ben herhalde çürüklerden oluyor bu ağzımdaki koku vs diye düşünürken meğer çok daha dramatik ve çürük vs den çok daha vahim bir hastalığım varmış: Diş taşlarına bağlı gelişen kemik erimesi. Dişlerimizi hizada tutan yaklaşık 2cm kalınlığında bir kemik varmış altta üstte. Bakteriler işte diş eti, diş ve bu kemiğin arasında çoğalarak kemiğin erimesini ve dişin bu kemikten ayrılmasını sağlıyormuş. Tabiki bu oluşumun dereceleri var. Seviye arttıkça durumun vahameti artıyor. Benim orta seviyeymiş. Bir sonraki seviyeye gelirsem diş kayıpları yaşamaya başlayacakmışım. Yani 40 yaşında çok rahat 2-3 dişini kaybedersin böyle giderse dedi. 25-30 yaş arası ise bu hastalık çok agresif ve hızlı bir şekilde ilerliyormuş. Kaybedilen dişlerin yerine yenisi de konamıyor çünkü kemik erimesi olduğu için diş tutmuyormuş, dahası feci bir ağız kokusu alıp başını gidiyormuş. İşin özeti artık korkuların ardına sığınıp dişçiden kaçmak yok. Benim yıllarca ve anlamsızca kaçışlarım, kanıyor diye doğru düzgün fırçalamayışlarım yüzünden meğer dişlerim elden gidiyormuş. Hatta eğer hamile kalsaydın bu dişlerle ya düşük yapardın yada erken doğum dedi, artık siz düşünün.

Hemen tedaviye başladık. Aynı anda yaparsa kaldıramayacağım için tedaviyi ikiye böldü. Önce üst dişler temizlendi. Dişlerini temizletenler bilirler zaten süreci bana yapılan temizletmenin bir iki tık daha ağırı oldu çünkü dişlerin köküne yani diş etinin altlarına kazıma yapıldı. Anestezisiz mümkün olmayan bir tedaviymiş o yüzden yine gelsin iğneler. Ben tabiki yine stresten strese koştum, boncuk boncuk terledim, bi ara baktım küçük parmağım sandaletten dışarı çıkmış bana el sallıyor :) nasıl oynatıyorsam artık farkında değilim.
 Önceki dişçide bu korkuyu yendim sanıyordum ama dişçi değişince korkuda sıfırlandı. Ama neyseki bu sefer öncekinden de iyi bir deneyim oldu. bol bol uyuştum yani ata yapsalar devrilir uyurdu o derece :))

Ve gelelim size bahsetmek istediğim en önemli kısma. Kanıyor diye fırçalamamak değil tam tersine daha iyi fırçalamak gerekiyormuş. Fırçaladıkça kanamada azalacakmış. Sabah ve akşam minimum 3 dk üst en arkadan başlayarak yuvarlak hareketlerle ve her bölgede 10 sn kalarak bütün dişleri bu şekilde fırçalamamı tembih etti. Her akşam ise reçete ettiği özel gargara ile dişlerimi çalkalıycam ve en az 1 dakika ağzımda bekletecekmişim. 1 dk olması çok önemliymiş o kadar süre durmazsa çalkalamanın hiç bir anlamı yok dedi. 

İlk gün tabi ki çok kolay geçmedi, ağzımda sürekli kan tadı oldu ve hafif hafif sızlamalar devam etti ama ben tembih edildiği şekilde fırçalamaya başladım. Bugün ikinci gün ve hiç kanama olmadı. 
İnanamadım gerçekten son üç yıldır kanamasız bir fırçalama yaşamayan ben bu şiddette ve uzunlukta dişimi fırçalamama rağmen tek damla kırmızılık yok. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Sonuç bekliyordum da bu kadar çabuk değil. Meğer ne boşuna çekiyormuşum kanamaları, komplekse giriyormuşum onca zaman, rahat rahat gülemiyordum bile.

Sanırım doktorun dramatik konuşması ve emir verir tarzda detayıyla yapmam gerekenleri talimatlandırması beni de ciddi şekilde disipline etti. Bundan sonra ağız bakımını hayat rutinim içine yerleştireceğim. Eğer dişlerinizdeki problem benim gibi yaşam standardınızı düşürecek noktaya geldiyse ve ciddi korkularınız varsa size önerim iyi bir dişçi bulmakla işe başlayın. Belki de bütün dişçiler iyidir bilmiyorum ama benim korkumu yenmemdeki tek faktör dişçi oldu. Hala korkuyorum evet kim ister ki ağzının içine iğne olsun ama biliyorum ki emin ellerdeyim belli bir güven inşa oldu ilki kadar zor olmayacağını düşünüyorum  bu sefer :) 

İkinci tedaviyi de olduktan sonra bu konuda deneyimlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Herkes benim gibi ödlek değil muhtemelen ama bir kaç kişi için mutlaka faydalı olur diye düşünüyorum, diş taşı deyip geçmemek lazımmış meğer..

Şimdi Miskintoşum olsaydı oda kucağıma kıvrılır ben yazarken arada klavyenin üzerine yatardı. Her şey daha güzel olurdu.... Tam bugün 1 ay oldu toprağa vereli ama sanki daha uzun zaman geçmiş gibi geliyor nedense belki evde olmadığı için... Yeterli zaman sonra yine karşıma zor durumda bir kedi çıkarsa sahiplenirim diye düşünüyorum ama bazen bu fikir beni çok korkutuyor. Bir daha aynı şeyleri yaşayabilir miyim bilmiyorum. Miskin'in ölümünü çok zor kabullendim. Genelde duvarları olan biriyim ve bağlanma, özleme gibi duyguları derinden yaşamam.Hayatımda bu kadar üzüldüğüm ve göz yaşı döktüğüm, özlediğim bir şey olmadı. En fazla işle ilgili yaşadığım sorunlara üzülmüşlüğüm var o kadar. Ama şimdi olurda yeniden sahiplenirsem bu defa iki kardeş kedi almayı düşünüyorum. Birbirlerini daha çok sevsinler, birbirlerine bağlansınlar , gündüz sıkılıyorlarmı diye düşünmeyeyim. Ben ikinci bir kişi olayım onlar için diye düşünüyorum. Böylece ben de çok fazla bağlanmamış olurum. Yine çok severim o ayrı ama Miskin'in tek kedi olması sebebiyle de çok vakit geçirip oyun oynadığımızdan onun her şeyi ben olmuştum, oda benim tabi. Şimdi bu kadar birebir bir ilişki kurmak çok gözümü korkutuyor. Neyse artık bunları zaman gösterecek. Bu sefer farklı bir konuda bir şeyler yazayım diye başlamıştım ama yine sonunu Miskin'e bağlamayı başardım galiba...

Sevgiler,

M








25 Haziran 2015 Perşembe

Yine öyle bir gün işte

Az önce yemek yapma niyetiyle buzluğu açarken gri bir alüminyum folyo buzdolabının kenarından göz kırptı bana. Miskin'in duvarla dolap arasına kaçırdığı toplarından biri işte...yine boğazım düğümlendi bilmiyorum neden ama yazmak istedim buraya...

Her gün eve girerkende düğüm oluyordu başlarda. Daha anahtar sesini duyar duymaz karşılamaya koşuyordu oğlum, hemen sevgi gösterileri, bir bün bile olmadıki gelmesin, kurulu oyuncak gibi pıtı pıtı ..Şimdi öyle zorki onu unutup sessizce eve girmek.

Kendimi dizi izlemeye verdim bende. Durmadan dizi izliyorum düşünmemek için. Modern family isimli aile komedisi Gerçekten çok başarılı bir dizi, bu zamana kadar izlediklerim arasında açık ara en iyilerinden biri. Sürekli izlediğim için tabi çoktan bitti. Jonathan strange ve mr norrel i izledim oda bitti şimdi episodes a başladım oda komik bir dizi. Miskin hayattayken hiç izlemiyordum. Zaten vaktim olmuyorduki. Birlikte bir şeyler yapıyorduk genelde. Ama şimdi bu boşluk beni rahatsız ediyor. Oyalanacak başka bir şeyler daha bulmalıyım sanırım bir sonraki aşamada kitaplara sararım.
Zaten yakında yaz tatiline çıkıyorum. Belki tatil iyi gelir ..


20 Haziran 2015 Cumartesi

Buruk Geçen Yıldönümü

Geçtiğimiz 18 Haziran eşimle evliliğimizin 4. yıl dönümüydü. Koskoca 4 yıl geçmiş inanasım gelmiyor. Sanki daha dün evlenmişiz gibi.. Genelde özel günlerde her zaman yaptığımız gibi dışarıda yemeğe çıkalım dedik. Deniz manzaralı açık hava bir yere gittik. Başlarda iyi idare ettik. Sonra bir iki derken sokak kedileri uğramaya başladı masamıza. Her birini çok sevdik, yemek geldikten sonra paylaştık bile. Hatta Bir tanesi Miskin'e benziyor diye ona kıyak geçtik.

Sonra aniden eşim iş yerinde her gün gördüğü kedilerden bahsetti ve Miskin'i çok özlüyorum dedi. Özellikle bir önceki akşam ben uyuduktan sonra salonda otururken onu düşünmüş. Aniden ondan gelen bu dökülme hali beni şaşırttı. Neden şaşırttı derseniz Miskin'in hastalığı ve ölümü süreçlerinde ikimizin acıyla baş etme yöntemleri farklı olmuştu. Ben çok ağladım, hala ağlıyorum..Sabah, öğlen, akşam, ev, iş farketmiyor. İlk günden beri hep onu düşünüyorum. Hem iş hem özel telefonumda arka plan resminde o vardı, hiç birini değiştirmeye içim el vermedi. Unutmak istemedim çünkü bir an bile, hep ondan bahsediyorum..

Eşim ise biraz daha farklı  kabulleniyor acıyı. İlk günler oda benim gibi perişandı tabi ama sonrasında aklına getirmemeye çalışıyordu, unutarak kaçıyordu ama miskin'in ne zaman fotoğrafını görse kötü oluyorum bu yüzden düşünmemeye çalışıyorum diyordu.

Bu sefer konuyu onun açmasına şaşırdım çünkü konuşmaktan kaçıyor gibiydi çoğu zaman. Miskin'e en az benim kadar o da bağlanmıştı. Her ne kadar en başta gelmesini istememiş olsa da sonra onsuz olamaz olmuştu oda. Uzun zaman Miskin'den konuştuk, onu ne kadar çok özlediğimizden, yaptığı yaramazlıklardan, komikliklerden...Eşimin yanımıza gelen kedilerin her biriyle ilgilenmesi ve gelmelerinden hoşnut olması Miskin'in ona mirası diye düşünüyorum. Arkasında bir değil iki tane kedi aşığı bıraktı oğlum, ah keşke biraz daha bizimle kalabilseydi.

Şimdi yanımda olması için ve bir kere sarılabilmek için neler vermezdim...

Kalkmaya yakın tombik bir tekir geldi yanımıza, ne olduğunu anlamadan hop diye kucağıma atlayıp çörekleniverdi...Göz yaşlarımı yine tutamadım tabii, uzun zamandır ilk defa kucağıma kedi oturmuştu. Oğlum yine üzülmeyelim diye bir arkadaşını gönderdi diye düşündüm. Yumuşacıktı kedinin tüyleri, eşimde dayanamadı hemen başladı sevmeye ki normalde sokaktaki kedilere asla el sürmez.

Ya işte öyle Miskin oğlum. Sen gittin ama biz senin acını hala atlatamadık, içimiz hep buruk, hep bir şeyler eksik... Hep gözümüz sana benzeyen tekirleri arıyor. Ara ara yine kendime kızıyorum.. Kısırlaştırmasaydık diyorum, acaba yolculuk stresimi diyorum, yoksa fip değilde başka bir şey miydi diyorum. Suçluluk nöbetleri yine geliyor arada ama en azından artık huzurlusun, acı hissetmiyorsun belki yanımızdasın bize göz kulak oluyorsun diye düşünüyorum, dayanmaya çalışıyorum..





3 Haziran 2015 Çarşamba

Oğlum


Geçtiğimiz cuma sabahı oğlum Miskin'i kaybettik..
Bloğa yazacak cesaretim ve gücüm olmadığı için ancak şimdi haber verebiliyorum..
Hastalığını öğrendiğimiz 16 Nisan'da zaten şansının olmadığını ve öleceğini biliyorduk ama yine de bir umut işte vazgeçmedik. Öleceğine üzüldüğümüz kadar yaşadığı süreçte üzüntü vericiydi. Gözlerimizin önünde eridi, bir deri bir kemik kaldı oğlum..Onu her gün öyle görmek hiç kolay olmadı..

Tam bir ay on üç gün direndi, son haftasında artık ayağa bile kalkamıyor, dengesini sağlayamıyordu..
Tüm süreç boyunca iş yoğunluğu sebebiyle gidemediğim bir iki gün haricinde hergün veterinere gittim ve yaklaşık bir saat kucağıma alıp sevdim oğlumu, iyileşmeni bekliyoruz seni çok özledik, seni çok seviyoruz dedim... Terkettik sanmasın istedim..İyikide gitmişim görmüşüm, son gördüğüm zaman son kez başını okşadığımı bilmeden veda etmişim. Keşke okşamak yerine son bir kez daha öpseydim o gün...

İyiki veterinerden dört günde olsa çıkarıp eve getirmiş o dört gün birlikte koyun koyuna yatmışız diyorum şimdi. Kafasını boynuma sokarak, patisiyle sarılarak uyudu oğlum, bende ona sarıldım öptüm..

Çok özlüyorum çok , kelimelerle anlatılmayacak ben öleceğim güne kadar aklıma her geldiğinde içimi burkacak bir özlem bu, yaşayanlar hak verecektir. Şimdi o yok, ev boş, sessiz ve neşesiz..

Miskin'in durumu ağırlaşınca öldükten sonra ne yapmamız gerektiği konusunu da  araştırmıştım istemeyerek. İstanbulda Tuzla Hayvan Barınağına bağlı bir hayvan mezarlığı olduğunu öğrendim,  zaten başka da mezarlık bulunmuyor. Yakılmasını isterseniz de Pendik'te bir yer var ama küllerini alamıyorsunuz. Bence can bedenden çıktıktan sonra yakılmış yada nereye gömülmüş çok farketmiyor. Aklıma gelen seçeneklerden bir taneside Balıkesir'de bulunan babamın hergün gittiği şehrin biraz dışındaki bahçemizdi, tabi mesafe uzak olduğu için, kaybedersek Tuzla'ya gideriz diye düşünüyordum. Cuma günü haberi alınca kuzumu Tuzla'ya götürmek yerine buraya götürelim dedik. Gömüldüğü yer farketmiyor ama kıyamadım işte yine uzaklara gömmeye içim el vermedi...

Oğlumu en sevdiği pembe sabahlığın parçalarına sarıp uğurladık. Sürekli birileri olduğu için yalnız kalıp konuşamadım oğlumla hep içimden söyledim diyeceklerimi, göz yaşlarımı rahat dökemedim. Genç bir çam ağacının yanına gömdük, başucunada sardunyasını diktik, umarım tutar...

Bahçeye girdiğimizde bizi aynı Miskin'e benzeyen bir tekir karşıladı, bize baktı, etrafı kokladı  sonra arkasını dönüp yavaş yavaş uzaklaştı..Garip ve güzel bir tesadüftü belkide oğlum vedasını böyle yaptı.

Suçlu hissediyormuyum ? Evet hissediyorum, suçluluk duygusu hiç geçmeyecek bunu kabul ediyorum.   Ona daha iyi bakabilirdim, belki koruyabilirdim şimdiki bildiklerimi bilseydim ama bilmiyordum işte.. Artık olana,ölene çare yok bunu da biliyorum. Zaten bu suçluluğu bütün sevdiklerimiz için duymayacakmıyız, bir sürü keşkelerimiz olmayacak mı gidenin ardından..Marifet bu keşkelerin sayısını azaltmakta belki..

Zamana ihtiyacım var artık, bu kaybı sindirmek ve alışabilmek için..
Yanımda olanlara, acımı paylaşanlara bir kez daha çok teşekkür ederim.


----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Oğlum, en iyi arkadaşım, ilk göz ağrım, bebek kedim seni çok özlüyorum ve özlemeye hep devam edeceğim.
Yerin hiç dolmayacak. Gözlerimin içine konuşacakmış gibi bakıp kocaman patilerinle sarılman, güzel kokun- evet sen çok güzel kokuyordun, uyurken bazen gözümü açtığımda seni koynuma kıvrılmış bulmam , yaptığın tatlı yaramazlıklar, sonsuz pati masajların, ikimizinde gönlü kalmasın hak geçmesin diye hem beni hem babanı sırayla sevmen, nerede olursan ol ben çağırınca koşarak gelmelerin ve daha pek çok hatıra hiç unutulmayacak. İyi ve sevgi dolu bir kediydin oğlum, bu sonu hiç hak etmedin. Tek isteğim  bir gün bu hastalığın bir çaresi bulunurda senin gibi tatlı kedicikler sevdiklerinden böyle zamansız ayrılmak zorunda kalmazlar...

Umarım bu kısacık zamanda mutlu edebilmişizdir seni, sende bizi sevmişsindir oğlum. Daha fazlasını yapabilseydik keşke ama olmadı işte... Acı çektirdiysek affet nolur, ne yaptıysak seni sevdiğimiz için, kurtulman ümidiyle yaptık...Artık sonsuz huzuru buldun..

Seni çok seven ailen..

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Son günlere girerken

Miskin' in durumu artık oldukça kötü. Malesef hastalık reflekslerini ve dengesinide ele geçirmiş durumda... Bugün birde yediklerini kusmuş. Sanırım son dönemeçteyiz. Çok mücadele ettik ve çok uğraştık ama olmuyor, hiç bir iyi işaret yok, gün geçtikçe çöküyor oğlum.

Bugün veterinerimiz durum artık çok ciddi bir boyut alıp ağrı ve acıları çok olduğu zaman ben size haber vereceğim dedi. Ben öldürmeyi tercih etmem ama o noktada karar sizin olacak dedi. Bir parça içim rahatladı çünkü acaba çokmu acı çekiyor, tedavi ederek boşunamı acısını uzatıyoruz diye düşünüyordum. En azından şimdi zamanı geldiğinde bileceğiz. Böyle bir şeyi ilk defa söylediğine göre demekki zaman yaklaşıyor belki bizi hazırlamak ve konu hakkında düşünmemizi sağlamak istemiştir.

Ev o kadar boş ve anlamsız geliyorki miskin olmadan, anlatamam. Teşhisi ilk öğrendiğimiz güne kıyasla bir aydır ayrı yaşadığımız için bir derece daha metanetli oluyor insan. İlk günler çok daha zor olmuştu ama yinede bugün ayakta duramadığını ve dengesinin bozulduğunu görmek ikinci bir yıkım oldu. Ne kadar ağlasamda içim açılmıyor, ferahlama hissedemiyorum bir türlü belki buraya yazarsam içimi dökebilirim diye düşündüm.

Eğer ben şimdiki bilgilerime miskini bulduğum zaman sahip olsaydım ne yapardım biraz onlardan bahsedeyim. Ben veteriner değilim, uzman hiç değilim bütün yazacaklarım benim görüşüm ve tercihlerim. Bir kere onu sokaktan bulduğum için ne kadar sağlıklıda gözükse rutin aşılarını yaptırmak yerine kan tahlili yaptırırdım. Corona, tokso ve felv, fiv testlerini yaptırırdım. Evet bunları toplayacak olursanız hepsi bir dünya masraf eder ama inanın şuan harcadığımız paranın onda biri etmez. İşin manevi kısmına girmiyorum. Böyle testleri o zaman yaptırabileceğimi bilseydim yaptırırdım, sonuçta veterinerler kedinizi bir sorunu yoksa sağlıklı kabul ederek işlem yapıyorlar bu sebeple bu tarz testleri yaptıralım mı diye sormuyorlar. Bütün tahlillerden sonra çıkacak sonuçlara göre aşı faslına geçerdik.

1) Kısırlaştırma için en azından bir buçuk yaşını beklerdim. Kediler iki yaşına yani erişkinlik dönemlerine kadar bağışıklık sistemleri oturmuş olmuyor bu sebepele zaten fip en çok iki yaş atlı kedileri ve yaşlı kedileri (on yaş üstü ) etkiliyor. Bu sebeple coronalı bir kedim varsa kısırlaştırmayı erteleyebildiğim kadar ertelerdim. Kısırlaştırma için en hafif narkoz yöntemi ne ise onu araştırıp veterinerimin o yöntemi kullandığına emin olurdum. Çünkü fip gibi hastalıklar en çok ameliyat sonraları patlama gösteriyor.

2) Yolculuklara çıkarmamayı tercih ederdim. Çünkü düzeni bozuluyor ve saatler süren bir araba yolculuğu kedilerş ciddi strese sokuyor.

3)Asla ama asla kedi pansiyonuna bırakmazdım ki ben bırakmadımda. Bu ister tek odada bakıldığı bir yer olsun, ister veteriner pansiyonu, ister başka şey. Çünkü kediler coronayı dışkıları yolu ile saçıyorlar. Coronalı bir kedinin aynı pansiyonda yada bir kaç ay evvel bile olsa aynı odada kalmış olması oranın virüslendiği anlamına geliyor. Ve bu virüs halı, kumaş gibi yüzeyler gömülü olarak 7-8 ay yaşayabiliyor. Yani siz kedinizi tek bakılan bir pansiyona bırakıyor olsanız dahi, o odada kalan coronalı bir kedinin virüsleri çoktan etrafa yerleşmiş oluyor. Toplu olarak serbest bakılan yerleri söylememe gerek yok heralde.

4) Dışarıya çıkarmazdım. Ben bu deneyimi yaşamadan önce amaan nolcak canım dışarı çıkarmadan olurmu, bütün hayatı dört duvar arasındamı geçicek yazık değilmi diye düşünürdüm. Eğer bahçe katı bir evniniz yok yani ona sürekli dışarı çıkmanın rahatlığını sağlayamıyor yada hali hazırda kedinize bahçede bakmıyorsanız ara sıra çıkarmanın hiç bir mantığı yok. Tam tersine her çıkarışta risk almış oluyorsunuz. Hem dışarı çıkmanın stresini yaşatıyor hemde mikroplara açık hale getirmiş oluyorsunuz. Burada ufak bir dipnot.Normalde dışarı çıkmaya alışkın bir kediye birden bire dışarıyı yasaklarsanız  oda iyi olmayabilir çünkü bu defa yine strese girebilir. Kısaca bir karar vermek lazım ya sürekli evde bakılacak yada sürekli dışarı çıkma imkanı olacak ikisinden birini seçmek bence en doğrusu. Emin olun evde yaşaması böyle pis bir hastalığa kurban gitmesinden çok daha iyidir.

5) Beslenme planı hazırlardım. Alması gereken tüm vitaminler mineraller herneyse aylık planlar halinde önceden veteriner ile görüşüp almasını sağlardım. Mesela virüsler en çok mevsim geçişlerinde özellikle sonbahar ilkbaharda etkinliklerini artırıyormuş bende bu geçiş dönemleri için tedbir alırdım. Kısırlaştırma ameliaytını mart ayında değilde temmuzda yaptırırdım mesela en basitinden.

Güncellemeleri kırmızı ile yapıyorum böylece yazıyı ikinci kere okuyacak olan  kişiler olursa değişiklik olduğunu görebilsinler.

6) Başka kedinin kullandığı oyuncakları almazdım. Miskin daha ufakken bir arkadaşım daha önce baktığı kedilerinden tırmalama tahtası kaldığını verebileceğini söylemişti. Bende daha büyük bir tahta alana kadar kullanmak üzere kabul etmiştim. Şimdi düşünüyorumda belki de o tırmalama tahtası ile geldi virüs eve bilemiyorrki insan. Bu sebeple siz siz olun başka kedinin kullandığı hiç bir eşyayı evinize sokmayın

7) Miskin'in evde yalnız kalması hiç içime sinmiyordu. Bu kötü olayı yaşamamış olsaydık eğer zaten bir arkadaş daha almayı planlıyordum yanına ama hastalık ortaya çıkınca kısmet olmadı. Şimdi diyorumki keşke tek kedi olarak bakacağıma Miskin daha küçükken yanına bir arkadaş daha alsaydım. Belki onu evde yalnız bırakarak hata ettim. İki kedi bence tek kediden daha avantajlı olurdu, evde içim rahat yalnız bırakırdım. 

8) Hemen bir önceki  madde ile yakından alakalı bir konu. Evde hali hazırda kediniz var ise yanına arkadaş almadan önce mutlaka corona ve diğer virüsler ile ilgili testlerini yaptırın. Siz sokaktan başka bir can kurtarıyorum diye düşünürken aslında evinize coronayı sokuyor ve geri dönülmez bir sürece adım atıyor olabilirsiniz. Fip fighters 'ta kedileri ölen pek çok insan yazısında hep bu pişmanlıklarını dile getiriyor. Ters taraflı düşünecek olursanız kendi kedinize yaptıracağınız test sonucunda corona pozitif çıkarsa eğer başka bir canı evinize almamanızı öneririm. Bu sefer onun hastalığının sebeplisi olabilirsiniz...

9) Corona virüsünün aşısı bulunmuyor. Pfizerin çıkardığı bir aşı var ama koruyuculuk değeri %50 gibi bir şey ve Türkiye'de bulunmuyor çok şaşırdınız değil mi, zaten gerekli bir ilaçta Türkiye'de bulunsa...

10) Tuvaletini daha sık temizlerdim. Ben bol kum koyduğum için bazen gün aşırı temizlik yapıyordum ama kendi dışkısından bu virüsle tekrar enfekte olabileceğini bilseydim her gün istisnasız bahanesiz temizlerdim. 

Sanırım şimdilik aklımdaki her şeyi yazdım, daha da bir şeyler gelirse edit ederek ekleyeceğim. Dediğim gibi bunlar benim doğrularım. Herkese göre farklı olabilir , herkes katılmayabilir, ama ben bazı şeyleri başa sarabilseydim bu dediklerime maksimum önem gösterirdim.

Son olarak kedinizin sağlık masrafları için aylık mutlaka bir kenara birikim yapmanızı öneririm. En ufak testler bile çok masraflı olabiliyor onun içinde maddi manevi her zaman hazırlıklı olmak lazım.

Eğer yazımı sonuna kadar okuduysanız şimdi doğruca kedinizin yanına gidin ve sımsıkı sarılın ona ne kadar çok sevdiğinizi bir kez daha söyleyin. Boncuk gözleriyle yüzünüze deli mi ne diye bakacaktır muhtemelen :) ,

Miskine bir şey olursa buraya yazabilirmiyim bilmiyorum bir daha... Buda benim veda yazım olsun sizlere. Son bir aya kadar çok keyifliydi her şey, iyi bir yazar değilim ama yazıyordum işte kendimce bir şeyler.

Bir gün tekrar görüşmek dileğiyle şimdilik hoşçakalın dostlar, kendinize ve kedilerinize çok iyi bakın.

Kedisini FİP hastalığından kaybetmiş olanlar için;

Bizim veterinerimiz daha hastalığın ilk teşhis edildiği gün evinize 7-8 ay boyunca başka bir kedi sokmayın diye uyarmıştı. Zaten uzun bir süre yeni bir kedi almayı düşünmüyorum ama bu konu da yapılması gerekenleri aklımdayken yazayım. Corona virüsü kediniz evde olmasada 1-2 ay rahatlıkla etkinliğini koruyan bir virüs. Çünkü kedinin katı dışkısı ile ortama yayılıyor. Kediler dışkılarını kum kaplarına yapıyor ama patikleriyle örtüyorlar biliyorsunuz. Birazı mutlaka patiğe yapışıyor ve kimbilir nerelere kadar yayılıyordur. Sonuçta virüs bu boyutları inanılmaz küçük. Koltuklarınızın içine, halılarınıza, oyuncakların içine yerleşebiliyor ve uzun süre kendini konak bulmak üzere kapatabiliyor. 
Bu sebeple yeni bir kedi edinmeden önce mümkünse hasta kedinizin tuvalet kabını atın. 
Tüm oyuncaklarını yıkayın ve güneşte kurutun. Aynı şekilde tırmalama tahtasını su ve çamaşır suyu karışımını püskürtmeli bir şişeye koyarak onunla dezenfekte edebilrsiniz. Bu hafta sonu ben ağacı demonte edip öyle yapmayı düşünüyorum , sonrada güneşte kurutacağım. Bütün evi dip bucak süpürgeyle çekip, yine çamaşır suyu karışımı ile tüm zeminleri mobilyaları oynaratak sileceğim. Evdeki bütün koltuk örtüleri yıkanacak. atılabilir olan sandalye minderleri var zaten eskimişti onları atıyorum. Böylece elimden geldiğince bu pis corona'dan kurtulmuş olacağım. 


10 Mayıs 2015 Pazar

Çok sevmek mi yoksa bencillik mi?

Dün Miskin'i veterinerde bıraktık. Malesef bizde kaldığı süre boyunca 300 gr daha vermiş. Kan testleri yapıldı ve karaciğerinde sorun olduğu ortaya çıktı. Bu sebeple oğlum yine yoğun bakıma alınıyor. Gün içerisinde kontrolleri yapılıyor, serum veriliyor. Belkide böylesi daha iyi oldu. Evde gündüzleri ben yokum. Bir sabah bir de akşam ilgilenme şansım oluyordu. Ama geceleri birlikte yatıyorduk hep.
Bir ayak ucuma kıvrılıyordu, bir geliyor burnunu boynuma sokup uyuyordu, bazen kafasını eşime dayıyordu...

Birlikte uyuyabildiğimiz bu son dört gece için çok mutluyum. İçimde öyle bir his varki sanki bu son dört gece bizim vedamız oldu. Veterinerimiz sonrası için umutlu olsada karaciğerindeki problem, derisinde çıkan yine hastalık kaynaklı kabartılar, gözünün gitgide kötüleşen hali hastalığın onu içten dışa yiyip bitirdiğini gösteriyor gibi geliyor bana. Bugün yine ziyaretine gittik.. bugüne kadarki en kötü hallerinden biriydi...

Kendime sormadan edemiyorum, tedavide bu kadar ısrarlı ve inatçı olmamız artık biraz bencilliğemi giriyor acaba. Çaresi olan ve  kurtulan hastalar olsa belki yine bir derece ama bu hastalıktan kurtulduğu bilinen kediler bir elin parmaklarını geçmiyor. Onlarda çoğunlukla hastalığı en başta yenmiş ve ikincil sorunları ile uğraşmamış oluyorlar veya hastalıkları muhtemelen başka bir şey ve fip ile karıştırılıyor. Ağrısı var ve canı yanıyor bunu görebiliyorum.

Malesef ağrı kesici veremiyorlar ve  acı çektiği için kendimi artık çok suçlu hissetmeye başladım. Belkide son günlerini yaşıyor ve biz onu bu acıları çekmek zorunda bırakıyoruz. Kurtarmaya çalışarak aslında bencillik mi ediyoruz. Keşke konuşabilseydik, keşke ona sorabilseydim, bilebilseydim ne istediğini...

Fip sadece onu değil bizi de hasta etti, bu sadece kedi hastalığı değil anlayacağınız. 25 gündür öyle çok yoruldumki, sürekli inişler ve çıkışlar, umutlar ve hayal kırıklıkları. Miskin'in yaşadıklarını düşünemiyorum bile, umarım bu son çektiği acılar için beni affeder.


9 Mayıs 2015 Cumartesi

Ölmek İçin Henüz Erken



Hastalığı ilk öğrendiğimden beri aklımdan geçen cümlelerden biri bu olmuştu. Sen daha miniciksin 9 aylıksın yaşını bile doldurmadın ki Miskin gitmek için bu acelen niye? 

Daha önce de bahsettim corona virüsü  bazı kaynaklara göre %10, bazılarına göre %1 ihtimal ile FİP 'e çevirip kedileri geri dönüşü olmayan bir yola sokuyor. 

Bir yerlerde eksik bir şeyler mi yaptım acaba diye düşünmeden duramıyorum yada acaba fazla mı ?

Acaba aşı üstüne aşı ve kısırlaştırmamı sebep oldu, yoksa Balıkesir yolculuğumu? yada Miskin bebekken arkadaşımdan aldığım tırmalama tahtasından mı virüsler  geçti, nadirde olsa 2-3 kez bahçe gezileri mi sebep oldu? Düşününce olabilecek bir sürü olasılık çıkartıyor insan tabi bunların hiçbiri de olabilir. Her ne kadar coronanın fip mutasyonu stresten olabileceği söylendiği gibi henüz kesin sebebi çözülmüş değil. Kedinin travma geçirdiği, strese girdiği, bağışıklığının düştüğü bir anda oluveriyor.

Artık bu anlamda kendimi suçlamayı büyük oranda bıraktım çünkü bazı şeyler tecrübe edilmeden anlaşılamıyor. Geriye baktığımda daha iyi vitaminler ile destekleyebilirdim diye düşünüyorum sadece, özellikle mevsim geçişlerinde. Zaten babycat multivitamin veriyordum hergün. Onun dışında ekstra vitamine girmedim çünkü şimdiden organlarını yormama düşüncesi vardı. Zaten kısırlaştırma öncesi zylex isimli bir bağışıklık aşısıda olmuştu. İnsan ne olacağını bilemiyorki işte...

Bizim durumumuz biraz değişik bir seyir izlemeye başladı. Fip'in iki çeşidi oluyor.

1) Islak Fip
2) Kuru Fİp

Corona FIP'e çevirdikten sonra hastalığın kuluçka dönemi 4-6 hafta arası değişiyormuş.
Bu arada ıslak fip kuruya , kuru ıslağa dönüşebiliyor.

Islak fipte kedilerin genelde karın veya nadiren göğüs kısımlarına hızlı bir şekilde sıvı doluyor ve bir kaç haftaya ölüm ile sonuçlanıyor. Eğer dolan yer karındaysa kedinin karnı balon gibi şişmeye başlıyor. Biriken sıvı göğüse doluyorsa  dışarıdan anlamak mümkün olmuyor . Biriken sıvı içerideAkciğer ve kalbi sıkıştırıyor ve kedi zor nefes almaya başlıyor. Zaten bizde durumu ancak o zaman farkettik. Son iki gün durgundu ve tüylerini sürekli kabartıyor, oyun pek istemiyordu. Zaten o günün sabahı veterineri aramıştım ve hafta sonu muayeneye götürecektim. Aynı günün akşamı nefesindeki tuhaflığı farkedince hemen bir sonraki sabah götürdüm. Çünkü nefesi dakikada 60 gibi bir rakama ulaşmıştı. Kediler için normal nefes sayısı dinlenme durumunda 20-30 arasında değişmesi gerekiyor. Ben tabi herhalde bir şey yuttu, boğazına bir şey takıldı yada temizlik suyu vs falan içti zehirlendi yada üşüttü gibi fipin yanında masum kalacak hastalıklar aklımdan geçiriyordum. Kötü şeyler olacağını aslında hissettim ama konduramıyor insan öyle şeyleri.

Aşağıda gördüğünüz röntgen miskinin ilk gün çekilen röntgeni, Siyah gördüğünüz alan sıkışmış akciğeri. Bizdeki ıslak fip göğüste oluştu karında herhangi bir sıvı birikimi gözükmüyor.




Bu aşağıda gördüğünüz ise sağlıklı bir kedide olması gereken akciğer görüntüsü, nasıl bir fark var ve nasıl bir basınç var orada tahmin etmişsinizdir.


                                                                       foto kaynak 

Ertesi gün çekilen röntgeni bende olmadığı için koyamıyorum ama yukarıda gördüğünüzden bile kötü ve incecik kalmıştı. 

Röntgenden sonra hemen bir kan testi yapıldı, aklınızda bulunsun buna hemogram 'da deniyormuş ben daha önce bilmiyordum.

Oda bu oluyor .
Kısaltmaların anlamları için tıklayabilirsiniz



























Ben açıkçası bu değerleri okumada pek iyi değilim. Biz daha çok o an veterinerin söylediklerini ve onun çıkarımlarını dinleme çalıştık.  Aslında çok vahim bir tablo değil ama anormalliklerde varmış. Organların durumu iyiymiş gibi şeyler söylemişti. Aynı gün hemen corona testi yapıldı ve yüksek bir oranda kanda coronaya karşı oluşmuş antibodyler olduğu sonucu ortaya çıktı. Bu tabiki kötü bir şey. Yani bu kadar anormal bir yükseklikte virüse karşı gelişmiş silahların kanda olması hem kesin corona virüsünün varlığını kanıtlıyor ama bardağın öteki yanından bakacak olursakta vücudun güçlü bir tepki vermiş olabileceğini işaret ediyor. 

İkinci gün anestezi yapılarak göğüs boşluğundan bir brdak kadar sıvı çektiler ve onu da tahlile gönderdiler. Anestezi yapılmadan çok riskli bir bölge olduğu için göğüsten sıvı çekilemez. Tahlilden sıvı bakterisiz ve bol proteinli çıktı bu arada görünüm olarak rengi yeşil be bulanıktı. Göğüsten alınan sıvının proteinli olması illaki FİP olduğu anlamına gelmiyor ama çok destekleyici bir gösterge. Eğer corona negatif çıksaydı sıvının varlığı kalp veya damar rahatsızlığı ile de ilişkilendirilebilirdi.

Fip ve benzeri sıvı birikimli rahatsızlıkların teşhisi için şu makaleye göz atmanızı öneririm. Makaleyi facebookta bulunan Fip Fighters grubundan oscar birman bana göndermişti. Eğer bu hastalık ile uğraşıyorsanız yapmanızı ilk önereceğim şeylerden birisi Facebookta bu gruba üye olup hikayenizi paylaşmak ve görüş istemek. Bir çok deneyimli üye var ve hemen yardımcı olmaya  çalışıyorlar. Yalnız uyarayım sayfa postlarında çok fazla ölüm postu oluyor. Kendinizi onlara kaptırmayın çünkü her sabah bir kedinin daha kaybediliş hikayesini okumak insanı derin bir karamsarlığa sürüklüyor, ben artık onları okumamaya çalışıyorum.Yani kediniz fip değilse bu sayfaya girmenize gerek yok derim. Biraz moralimi düzeltmek için okuduğum bir blog var. Onecatlife. Mutlaka bu bloğu ve mucize eseri yaşayan kedilerin hikayelerini okuyun. Hem biraz umut hemde ileriki süreçlerde başınıza gelebilecekler hakkında bilgi bulabilirsiniz. Malesef blog sahibin kedisi mishka 5 ay sonra ölmüş ama ölümden yıllar sonra bile sahibi konuyla ilgili postlar girmeye aktif olarak fip fighters ta önerilerde bulunmaya devam ediyor. Seviyorum böyle insanları.

FIP olarak teşhis edilen hastaların yalnızca %18'i nin gerçekten FIP olduğu sonradan ortaya çıkıyormuş  Dr Addie'ye göre. Kuru fipi teşhis etmek bir çok hastalık ile benzerlik taşıdığı için çok daha zor ancak ıslak fipte teşhis elinizde bir sıvı olduğu için daha kolay oluyor. Ancak yinede otopsi yapılmadan kesin FIP denemiyor öyle de aşağılık bir hastalık. Şimdi gelelim girmeniz gereken en önemli sayfaya.

Bu kadıncağız fip uzmanı, uzun yıllardır çalışıyor ve bu sitede öyle güzel bilgiler varki vakit kaybetmeden hemen iki çıktı alın. Birini veterinerinize verin diğerini kendiniz okuyun. Orada tüm detaylar yer aldığı için buraya ayrıca yazmıyorum, isteyen olursa sonradan çeviri yapmaya çalışırım.

Bu arada sıvı çekimleri ve tahliller yapılırken veterinerimiz ile görüşmelerimizde Kedi Interferon Omega tedavisi olduğunu duyduk. Bu bir çözüm değil, yani işe yarayıp yaramayacağı belli olmayan tedavi. Veterinerimiz kuru fip hastaları için kullanıyormuş ve onların ömürlerini uzatmada işe yaradığını söyledi. Şansımıza elinde başlangıç dozu için yetecek kadar bulunuyordu. Tek sorun çok pahalı bir tedavi olmasıydı. Buradan fiyatlara çok girmeyeceğim. Hemen kabul ettik tabi çünkü evet o bir kedi ama o bizim artık ailemizden biri. İyi günde ve kötü günde madem sahiplendik sorumluluğu neyse yerine getirmek zorundayız.

Interferon tedavisi günde bir defa toplamda 5 gün boyunca devam etti. Bu arada prednisolon vermeye başladılar. Yemek yemediği için bir süre damardan serum yolu ile beslendi. Ancak bir sorunumuz vardı sıvı hızla geri doluyordu. ilk çekimden üç gün sonra ikinci çekim ve iki gün sonra üçüncü çekim yapıldı. Artık herhalde kaybediyoruz diye düşünmeye başlamıştık çünkü çekimleri normalde haftada bir olarak planlamışlardı bu kadar hızlı dolması yapacak fazla bir şey bırakmıyordu. Ben mucizelere inanmam ama ne olduysa oldu ve üçüncü çekimden sonra sıvı dolmamaya başladı. Belkide interferon etkisini gösterdi. 

Bir süre sonra yeniden yemeye ve iyileşme belirtileri göstermeye başladı. TAbi bunun sebebi verilen streodiler ve prednisolon olabilir diye düşünüyorum. Prednisolon kortizon. Vücudun bağışıklık sistemini zayıflatıyor. FIP'te sorun virüsün kendisini kedinin RNA'sı içerisine kopyalamış olması. Böyle olunca vücudun kendi bağışıklık sistemi kendi organlarına zarar vermeye başlıyor. Bağışıklık sistemini zayıflatmak bu anlamda vücutta gerçekleşen tahribatı azaltmış oluyor.Bu benim anladığım kadarı ile olayın özeti. Ama bir yandan vitaminler ve omega 3 , arginin ile besin ile desteklemek gerekiyor. 

13. güne kadar iyi gibiydi ama o gün yine kötüleşti. Yemek yemeyi bıraktı ve uyumaya başladı. Hemen interferona başladılar ve beş doz şeklinde daha bir kür uygulandı. Artık 20. güne gelmiştik ve veterinerden eve getirme zamanı gelmişti. Ben başlarda interferonun uygulanış şekline çok dikkat etmemiştim ama dr. addie'nin çalışmalarında bahsi geçen japon veteriner ishida'nın çalışmalarını kurcalamaya başlayınca onun fip için farklı bir tedavi prosedürü uyguladığını farkettim. Ve bir blogtada ishidaya atılmış mail sonrasında kendisinden gelen cevabı okudum.Blog için tıklayın 

Interferon ile ilgili FELV tedavisinde 0.,14.ve 60. günlerde 5 'er doz uygulandığını ki zaten ilacın üreticisi virbagen omega'nın sitesinde de böyle öneriliyor ama ıslak FIP için farklı bir prosedür uygulandığını okudum. Ishidanın orjinal çalışması için tık. O çalışmada yer alan 12 kediden birinin detaylı case için tık

Yani ilacın kendi kullanım talimatında FIP'le ilgili bir şey yazmıyor çünkü işe yaradığına dair anlamlı bir sonuç alınamamış bu sebeplede dozlar ishida gibi bağımsız çalışmalar yapan kişilerin notlarında farklı yazıyor. Hemen tüm çıktıları alıp veterinerimiz ile konuştum ve biz ilk dozları biraz farklı uygulamamıza rağmen bundan sonrası için haftada bir interferona ishida'nın çalışmalarında olduğu gibi devam etmeye karar verdik. Oda zaten örnekleri inceledi, mümkün olduğunca interferonu tekrarlamanın iyi olacağını söyledi. Tesadüf Eline henüz ulaşmış içerisinde fip tedavisi ile ilgili güncel prosedürlerinde yer aldığı bir kitaptada benzer şekilde prosedürden bahsediliyordu böylece oradan da teyit etmiş olduk.

Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Miskini eve getirdik. Artık günlük tutuyorum gelişmeleri katdetmek için.
İlk iki gün yemek yemiyordu pek. Zaten kuru mama hiç yemiyor. Üç çeşidi de red etti. Islak mama bir miktar yiyordu ama günde 1 paket en fazla. Bir iki kez şırıngayla zorla besledim. bu arada sabah akşam uygulanması gereken ilaçları var. Onları uyguladığım için benden nefret ediyor. Düne kadar iyi gibiydi ama dün akşam yine durgunlaşıp kötüleşti. Bu sabah yine ıslak mamasını yedi ama işte bir kırgınlık var sanki. Buarada bahsetmeyi unuttum o ikinci beşli doz interferona başlamadan önce gözlerinde problemler ortaya çıkmaya başladı. Gri noktacıklar ve siyah kısımda bozulmalar. Şimdi onları damlalar ile düzeltmeye çalışıyoruz. Giderek kötüleşiyor.

Ben uzman değilim hasta yakınıyım burada yazdığım tüm bilgiler kendi bakış açıma ve düşüncelerime ait, bazı şeyleri yanlış biliyor veya düşünüyor olabilirim lütfen bunu unutmayın

1960 'lı yıllardan 2008'e fip ile ilgili bir literatür taraması. Okumanızı öneririm.


Dr Addie yürütücülüğünde bir ıslak fip vakası 


Mümkün olduğunca detaylı yazmaya çalıştım hastalık seyrini ama hala bir çok boşluk var sanırım ve eklemeyi unuttuğum link. Artık aklıma geldikçe tamamlamaya çalışacağım. Gördüğünüz üzere inişleri ve çıkışları olan bir hastalık. Zaman bize gösterecek ne olacağını günlerimiz mi var, haftalarımız mı yoksa aylar mı? Hergünümüz bir veda bizim artık.

Umudu taşımak hem yorucu hem sıklıkla acı verici. 

Öyle çok istemiştimki bir kedim olsun..bu da benim lanetim galiba.

Edit: Miskin'in durumunu anlatmaya o kadar odaklandım ki burada veterinerimiz Ece Hanım ve Başak Hanım'dan çok az söz ettiğimi farkettim. İyiki başından beri Ece Hanım'ın Kliniğini tercih etmişiz. 20 gün bebekler gibi baktılar Miskin'e. Kuru FİP'li hastaları da olduğu için bu konuda benzer tecrübeleri de vardı ve Interferon gibi nadir tedavi yöntemlerini hemen Miskin'e uygulayabildik ve sıvı akışı belki de bu sayede durdu. Miskin hala yaşıyorsa Ece ve Başak Hanım'ın çabaları ile yaşıyor. Bloğumu bilmeselerde ben buradan tekrar teşekkür etmek istiyorum.











18 Nisan 2015 Cumartesi

Muhtemel FIP'te Üçüncü Gün

Merhaba,

Bugün hastalığı keşfedeli üç gün oluyor. Aslında içimden yazmak gelmiyor artık ama aynı durumda olabilecek bizim gibi umutsuzca çare arayan kişilere ileride belki bir faydası olur bu bilgilerin.Bu sebeple biz neler yaşıyoruz ve öğreniyoruz ayrıntısıyla anlatmaya çalışacağım.Şimdi yazmazsam bir daha hiç yazmam.

Dün Corona testi sonuçları geldi. Malesef pozitif. Bu bizi bir adım daha  FIP'e yaklaştırdı.

Bu hastalıkta belirtileri yakalamak ve erken teşhis çok önemli. Ama çok sinsi ilerleyen bir hastalık ve neredeyse son aşamalara kadar hiç belirti göstermiyor. Bir de tabi çok çeşidi var. Corona nereye yerleşirse orada gelişiyor. Mesela beyne yerleşseydi epilepsi belirtileri olacaktı. Bizimkinde solunum sisteminde yerleşmiş, bizim hissetiğimiz belirtiler nefes darlığı ve buna bağlı durgunluk oldu. Sindirim sistemine yerleşmiş olsaydı eğer bağırsaklarına yerleşecek ve ishale sebep olacaktı.

Mesela Miskin ishal olmadı hiç. FIP belirtilerine bakarsanız ishalde geçiyor, geçmesinin sebebi ise işte bu yerleşim yerinin farklı olması.Veteriner ile konuştuğumuzda virüsün kendi içinde de çeşit gösterdiğini söyledi. Ve hatta bizimkinin değerinin yüksek olduğunu buda virüsün daha güçlü olduğunu gösteriyormuş. Her şey bize karşı duruyor sanki...

Biz nasıl anladık. Son bir iki gündür oyun oynamak istemiyor çoğunlukla uzanıyordu. Son gün ise nefesinde ciddi bir hızlanma farkettik. Onun dışında burun akıntısı vs olmadı.
Röntgeni çekildikten sonra farkettik ki ciğerlerinin içi su ile dolmuş akciğerine yer kalmamış yavrumun. Dün testin sonucu pozitif gelince sıvı çekimi yapıldı. Neredeyse bir bardak yeşil bulanık bir sıvı çıktı. Biz sarı bekliyorduk, yeşil çıkmasının sebebi birde enfeksiyon oluşmuş olmasıymış.
Hemen sıvı tahlil edilmek üzere laboratuvara gönderildi ama araya hafta sonu girdiği için pazartesi sıvı tahlili elimizde olacak. Bir gol daha.

Veterinerimizin görüşü kesin FIP olduğu yönünde ve tedaviyide buna göre başlattık. Ancak tahlil sonuçlarını yine de bekliyoruz. Geç kalmamak adına başladık tedaviye çünkü zaman altın değerinde. Virbagen Omega isimli bir interferon varmış. Avrupa'da bulunuyormuş. Malesef ruhsat fiyatları yüksek olmasından ötürü Türkiye'ye ithal eden kimse yok bu ilacı. İlaç zaten pahalı bir ilaç, ruhsat , getirme masrafı derken buraya daha da pahalıye gelmiş olacak.Bu sebeple kimse kalkışmıyor. Yasak yollardan bavul içerisinde Türkiye'ye sokulabiliyor. Bizim şansımıza veterinerimizde gerekli doz bulunuyor şimdilik. Devamı için araştırmaya girdik, bir tanıdığımız belki yardımcı olacak Almanya'dan, şu anda irtibat halindeyiz,raporlarımızı oradaki veterinere göndereceğiz.

Yani anlayacağınız ilaç temini çok zor ve tedavide oldukça pahalı. Belki bir çok iyileşebilecek fip hastası kedi bu sebeple ölüme mahkum oluyor. Veterinerimizin anlattığına göre Avrupa'da corona rastlanılan kedi barınaklarda doğrudan uyutuluyormuş. Bakın fip li demiyorum. Fip'e dönüşmeden önceki kedilerin %50 sinde olan ve yüksek bulaşıcılığı olan coronadan bahsediyorum. Bu sebeple Avrupa'da bizdeki kadar yaygın değilmiş. Ancak burada kediler sokakta gezdikleri için birbirlerine çok çabuk bu virüsü geçiriyorlar ve İstanbul'da sokakta yaşayan belki her kedide bu virüsten var.
Bunun önüne nasıl geçilir bilemiyorum ama uyutmak bana çok insafsızca geliyor.Yani bu corona virüsü aslında siz tüm kedi sahiplerini yakından ilgilendiriyor ve kedi toplumunun ciddi bir sorunu.
Çünkü virüs arttıkça ve yayıldıkça fipe çevirme oranıda artıyor. İnsanlar için SARS virüsü gibi birşey işte.

Bugün içerisinde miskinin tüm sonuçlarını tahlil bilgilerini buradan yayınlayacağım,

Bu arada interferon tedavisinin yanı sıra damardan vitamin takviyesi ve lyzin veriliyor.

Hala bir şüphe,bir umut var içimizde veterinerimizin görüşü FIP olduğu yönünde olsada. Pazartesi sıvının da tahlil edilmesi ile neredeyse kesin olacak her şey.

Kalbim ruhum Miskin'le. Savaş oğlum, nolur sende o düşük istatikler içerisine gir. Sende kurtul. Belki senin kurtuluşun başkaları için de umut olur. Şans az da olsa kurtuluşun canlı örneği olursun.

Moralimi yüksek tutmaya özellikle Miskin'i görmeye gittiğimde onunlagüzel bir ses tonunda konuşmaya ve moral vermeye çalışıyorum. Çok zor gözyaşlarını tutmak ama yapmak zorundayım.

Bu arada yorumları ile desteklerini esirgemeyen bizleri merak eden herkese,
Ziyaretimize gelen, tedavi için çırpınan Miskin'in manevi kardeşi Mia'nın sahibi altın kalpli Pati Günlüğüne,
Hiç tanışamasakta yanımızda olan desteğini esirgemeyen, desktek olan Zen Pet Otel sahibesi Rüya Hanıma,
Bloğumu hiç bilmeyen,yanımda olup yardımlarını desteklerini esirgemeyen tüm dostlarıma
Bize en iyi tedaviyi sağlamaya çalışan Veterinerimiz Ece Paylan'a ve Başak Hanım'a ,

çok teşekkür ederim , iyiki varsınız...





17 Nisan 2015 Cuma

Keşke dememek için

Merhaba,

Hiç böyle bir yazı hazırlayacağım aklıma gelmezdi bu kadar kısa sürede  ...ama oldu işte.
Miskin muhtemel ıslak  FİP hastalığına yakalandı ve bizim veda etmek için az bir zamanımız var.
Bu kadar karamsar olma diyebilirsiniz ancak veteriner neredeyse emin, doğrulamak için testleri bekliyoruz sadece.

Kuzum, güzel oğlum beni bırakıp gidecek ve benim şuan ağlamaktan başka yapabileceğim bir şey yok. İnternetten araştırıyorum, veterinerimizde mevcut en iyi tedaviyi uygulayacaklarını belki ömrünü uzatabileceklerini söylüyor ama umutlanamıyorum çünkü bir tane bile kedisi fip olupta sonra sağlığına kavuşmuş bir örnek yok hep sonu ölümle bitiyor.

Bu yazıyı siz kedi severlere bir uyarı olarak yazmak istedim.

FIP'in suçlusu corona virüsü aslında kedilerin yarısında olan bir virüsmüş. Ne zaman ve nasıl mutasyona uğradığını neyin tam olarak tetiklediği bilinmiyor ama kedinin hayatının bir noktasında bu virüs FIP'eçevirip sizi dönülmez bir noktaya sürükleyebiliyor.

En iyi mamayı , en iyi tuvaleti araştıracağıma keşke önce tüm hastalıkları detayıyla okusaydım. Keşke FİP'in birincil virüsü olan Corona'nın testini Miskin'e yaptırsaydım. Sonuçta onu sokaktan bulduk, annesinden geçmiş olma ihtimali çok yüksek. Ve bilseydimki corona pozitif, deli gibi titizlenir, bütün vitamin ve destekleri uygulardım. Sonuçta en iyi mamaları eniyi vitaminleri seçip verdim ama işte bir şeyin farkında olup alarmda olmak ve en iyinin en iyisini sağlamak farklı birdurum.Stres seviyesine çok dikkat ederdim mesela, Tabiki yine strese girsin diye uğraşmadık ama ne bileyim işte bilseydim daha başka olurdu gibi geliyor.

Birde tabi içimde bir şüphe var. Yaklaşık yirmi günkadar önce Balıkesir'e gittiğimizi söylemiştim hatırlarsanız. Miskin'i de götürmüştük. Kardeşim yaklaşık 2-3 ay önce orada yavru bir sokak kedisini bir günlüğüne eve getirmiş olduğunu öğrenmiştim. Tabi bilmiyorum ki böyle bulaşabileceğini. Bu virüs kedi orada olmasada 7-8ay varlığını sürdürebiliyormuş. Acaba yavrum oradan mı kaptı, çünkü o sıra hiç dışarıya çıkarmadık zaten havalar kötüydü.

Artık keşkelerin çok geç olduğu bir zamandayız biz ama sizin için geç değil. Nolur kedinizin bağışıklığına FIP olabilirmiş gibi titizlenin, nolur dikkat edin.Daha çok sevin onu,  daha çok oynayın.İlgi istiyorsa bıkmadan ilgilenin. Bilinki size ayrılan süre her an sonuna gelmiş olabilirsiniz.
Ve siz en sevdiğinizi göz açıp kapayıncaya kadar kaybedebilirsiniz.

Testlerin sonuçları gelir gelmez yinede veterinerimden alıp araştırıp soruşturmaya devam edeceğim.
Keşke bir umut olsaydı.Keşke mucize olsa başka bir şey çıksa...

Güzel oğlum veterinerde dünden beri, yolculuk onu strese sokabilir diye eve getirmedik güzel gözlümü.

Tüyleri, kokusu evde her yerde. Oyuncakları, en sevdiğim sabahlık. O pembe sabahlığı görmek bile içimi yakıyor. Böyle miğdeme bir bıçak saplandı ve yerinden oynamıyor mümkün değil.Yemek yemek istemiyorum. Nasıl bir acı bu böyle, Çok yakın bir dost, arkadaş yoldaş kaybetmenin acısı, tarifsiz...



16 Nisan 2015 Perşembe

Hayatımın En Kötü Günü

Merhaba,

Miskin malesef çok hasta, ıslak fip olma ihtimali çok yüksekmiş, kesin sonuçları yarın bekliyoruz.
Hayatımın en kötü günü bugün. Dünya başıma yıkıldı sanki bir kabusu yaşıyorum..

12 Nisan 2015 Pazar

Kediniz Geceleri Miyavlıyorsa

Endişelenmeyin bir süre sonra geçecek.

Bloğumu takip edenler bilirler bir dönem Miskin neredeyse her gece bazen gece saat 3, 4 ,5 ,6 gibi saat başlarında yada ortalarında nasıl keyfi gelirse başlıyordu bas bas miyavlamaya.Ne uykumuz kalmıştı,ne sinir bırakmıştı çok yıpratmıştı bizi. Çünkü ne yapsak susturamıyorduk.

Yok saymak, su ile ıslatmak, kızmak, yatak odasının kapısını açmak, salonda onun yanında uyumak, sakinleştirici macun, çok oyun oynamak,yormak... Malesef hiç biri tam çözüm olmadı. Sonunda yaklaşık 8-8.5 aylık iken kısırlaştırma ameliyatı yapıldı. Devam eden iki hafta boyunca daha miylamaya devam etti sonra kendi kendine kesildi.

Son bir aydır artık hiç miyavlamıyor. Biz kapımız kapalı yattığımız için yalnızca bizim içerden alarmımız çaldığı zaman hadi kalkın kapıyı açın diye bağırıyor. Miyavlama tonunda ise ciddi bir törpülenme oldu. Kısırlaştıma ameliyatından önce miyavlamaya diyemeyeceğim, adeta böğürmeleri  gerçekten çok rahatsız ediyordu. Ama şimdi miyavlamaları bile daha yumuşak Miskintoşumun.

Sonuç olarak sizde benzer problemler yaşıyorsanız biraz sabırlı olmanız gereken bir dönem yaşıyorsunuz demektir.Uygun yaşa gelipte kısırlaştırma ameliyatını yaptırdıysanız mutlu sona çok yakınsınız . Bu süreçte mümkün olduğunca yok saymaya çalışın ve her miyavladığında tepki vermeyin derim ben. Hormonları düzene girip biraz daha yaş aldığında sakinleşecek ve sizinle birlikte uyumayı öğrenecektir.Sonra gelsin mutlu günler :)

At Şampuanı Diye Bir Şey Varmış

Geçen ay Amerika'ya giderken iş yerinden bir arkadaşım sana şampuan sipariş edebilir miyim dedi. Ben de pek tabi dedim. Yalnız bir tanesi 1 kg ben senden 2 tane istiyorum dedi. Şaşırdım tabi ki ama bir kere evet demiş bulundum mecbur getiricez artık napalım :)

Meğersem istediği şampuan aşağıda resmini koyduğum at şampuanıymış. Amerika'da üretiliyormuş, Aslında başta atlar için üretilen bir şampuanmış ancak insanlarda da sonuç verince bir şehir efsanesi olarak adeta nam salmış.Ben tabi arkadaşımla dalga geçmeyi ihmal etmedim. Bu arada 1 litre şampuan 8 dolar, oldukça ucuz bence. Sözde saçları gürleştiriyor, dökülmeleri önlüyor ve güçlendiriyormuş.



Neyse Amerika'ya beraber gittim kız arkadaşlarımızla alacağımız siparişleri konuşurken onlarda demez mi bizde duyduk at şampuanı alıcaz diye :)) Beni sardı bir merak tabi. Kozmetik alışverişini yaptığımız Walgreens'lerden birinde bulduk ve raftaki bütün at şampuanlarını almış olduk. Ben yine abartmadım meraktan kendime bir şişe aldım sadece. Bu arada şişenin arka kısmında direction for human ve direction for animal diye iki farklı kullanma kılavuzu var.Yani bir atınız varsa bu şampuanı onun için de kullanabilisiniz hakikaten :D.

Kasiyer kadın kilo kilo şampuanları aldığımızı görünce şaşırdı, şampuanı ilk defa görmüş gibi üstünü okudu inceledi. Muhtemelen deli mi bunlar bunda bir bit yeniği var diye düşünmüştür..

Delimiyiz bilmiyorum ama hepimiz at şampuanlarımızı aldık,başladık kullanmaya. Bence normal bir şampuan işte. Çok acayip bir etkisini görmedim henüz, yalnızca sanki biraz dökülmesi azalmış olabilir. Kesin yorum yapabilmek için biraz daha uzun zaman geçmesi gerekiyordur. Geldikten sonra Türkiye'deki fiyatına baktımda 70TL gibi saçma bir fiyata satıldığını gördüm. 

Siz siz olun sakın öyle uçuk fiyatlara alayım demeyin. Birisine sipariş etme şansınız varsa edin yoksa o kadar para verilecek kalitede bir ürün olduğunu düşünmüyorum.

Şampuan bitince bu yazımı güncelleyeceğim.


9 Nisan 2015 Perşembe

Kedi İle Tatil



Miskintoşum yaza hazır !!


Çok uzun zaman oldu yazamadım... İnsan bir kere ipin ucunu bırakınca bir daha toplaması zor oluyor ama bir yerlerden başlamak lazım diyerekten yazıma başlıyorum.

Aslında çok fazla konu başlığı birikti. Anlatmak istediğim çok şey var ama en iyisi kaldığım yerden devam etmek ve Miskin ile geçen tatilimizi anlatmak.

 Bloğumu başından takip edenler bilir. Önceki seyahatlerimizde yanımızda götüremeyeceğimiz için 3 günlüğüne bolca mama ve su organize ederek yalnız bırakıyorduk. Bu defa yalnız kalacağı gün sayısı neredeyse 4'ü buluyordu. O kadar uzun süre üzüleceğini ve çok sıkılacağını düşündük ve pet otele bırakmaya karar verdik. Sonra biraz daha düşününce birlikte seyahat etmeyi denemeye karar verdik. Yaşıda henüz küçükken belki böyle mekan ve düzen değişikliklerine alıştırmış oluruz diye düşündük.

Tabi şimdi işin bir de konaklama kısmının halledilmesi gerekiyordu. Biz eşimin ailesinde kalacaktık ama eşimin annesi kesinlikle Miskin'i kabul etmeyeceği için kendi annemi aradım ve Miskin'i  konuk edip edemeyeceklerini sordum ve beni şaşırtan bir yanıt aldım "Evet" :)). Kızkardeşimde benim gibi kedileri çok sever, o tabi balıklama ben odamda bakarım dedi. Böylece karar verilmiş oldu.

Nede olsa arabamızla seyahat ediyorduk ve Miskin'i veterinere götürürken arabada hiç sesi çıkmıyordu.
Nitekim seyahatimizde aynı kolaylıkta geçti. Yaklaşık 5-6 saatlik bir araba yolculuğu süresince Miskoşumun gıkı çıkmadı. Yalnızca araba biraz hızlanınca yada viraj dönerken vıyık vıyıklandı ama çok uzun sürmedi. Onu da korkusuna bağlıyoruz. 

Miskin'i bırakacağımız için ilk bizim eve uğradık. Kafesinden hemen çıktı evi delilercesine koklamaya başladı. Bu arada biz gitmeden önce annemlerden boş bir koliden tuvalet yapmalarını rica etmiştim. Önce tuvaletinin yerini gösterdik ama o hiç ilgilenmedi bile. Varsa yoksa etrafı koklamak ve keşfetmek. Birde yürümesi varki neredeyse yere yapışık, tam korkuyorum ben yürüyüşü :))
Gece neredeyse 12 olduğu için gerekli tembihleri yaparak Miskin'i geçici yuvasına teslim ettik.

Aklım tabi kalmadı değil ama mecbur bıraktık artık. Ertesi gün uyanır uyanmaz hemen bizimkileri aradım, herhangi bir sorun olmadığını söylediler, zaten hemen akşamına da annemlere oturmaya gittik. Benim minnoş 24 saatte evi keşfetmiş yürümesi falan düzelmiş hatta bir neşe gelmiş bir o yana bir bu yana sıçrıyor. Babam gündüz top oynatmış. Kardemişle kovalamaç oynamışlar annemde yemekten artan butu önüne koyunca tabi bizimki bir şımarmış. Bir sıçramalar bir hoplamalar bir hareketler tam enerji patlaması yaşıyor. Bir de bizim ev çok eşyalıdır. Her taraf antin kuntin doludur, Miskin için o kadar girinti çıkıntı eminim çok eğlenceli olmuştur. Ertesi iki günde misafirlikte sorunsuz bir şekilde kaldı benim kuzum. Hatta ilk defa taze kaynamış inek sütü bile içti :D. Tabi benden habersiz. Annem kedilerin süt içtiklerini sandığı için taze kaynattığı köy sütünden bir tas ikram etmiş bizimkine. bizimkide ayıla bayıla hüpletmiş tabi ohh yarasın, sonrasında görünür bir rahatsızlığı yoktu demekki bizimkinin laktoz problemi yok diye düşünüyorum. 

Bir de tabi eklemeden geçemeyeceğim. Annem tüylü hayvanlara dokunamayan bir insandır. Ben hayatımda bir kediye köpeğe dokunduğunu görmedim. Son gün ben Miskini severken baktım annemde dayanamamış elini uzatmış tüylerini seviyor. Biraz istemsiz yaptığını düşündüğüm için ağzımı açıp aa sen tüylü hayvanlara dokunamazsınki demedim tabiki :D Bıraktım sevsin.

Bir de ananem ben Miskin'i oğlum diye çağırınca "ay hiç sevmiyorum böyle kediye köpeğe oğlum diyorlar" diye inceden bir laf attı. Beş dakika sonra "Annanesini de sevdi Miskin" diye dolanıyordu.

Yani diyeceğim o ki a dostlar, bu kedicikler en taş kalpleri bile eritir, ay elleyemem diyenleri oracıkta yalancı çıkartır. Herkes başta karşı çıktı ama eve gelincede sevmeden edemediler işte. Bunların Başkanı da benim kocam oluyor. Şimdi Miskinsiz bir ev oda düşünemiyordur emimim buna ;)

Neyse hikayenin sonuna gelecek olursak eğer, dönüş yolculuğumuzda gidiş yolculuğumuz gibi pürüzsüz geçti. En zoru eve geldikten sonraki benim işe gittiğim ve Miskin'in evde yalnız kaldığı gün oldu. Evde o kadar sıkılmışki akşam geldiğimde bana surat yaptı, ufak çaplı saldırılara geçti, ısırdı kanattı her yanımı. Devam eden iki gün boyunca bu hırçın tavrı devam etti. Neyseki saldırgan hali üç gün sürdü sonra yine normale döndük.

Ben yolculuktan dolayı sarsıldığını düşünmüştüm veterinerimizde bu konduda olabilir dedi ama  gittiği yeri sevmiş olabileceğini ve hareketli bir çevreden sakin bir eve dönmüş olmanın da onu üzmüş olabileceğini söyledi ve bende üzüldüm tabi bu yoruma.

Orada 4 gün  el üstünde şımartıldı, tüm gün evde biri olduğu için hiç yalnız kalmadı, yeni bir ortam olduğu için keşfetmekten müthiş zevk aldı bunu bende farkettim. Eğer annemler yine isterlerse bundan sonra Miskin'i hep yanımızda götüreceğiz sanırım çünkü bu kaçamaklar bize olduğu kadar ona da tatil gibi geliyor sanki.

Daha anlatacaklarım var , takipte kalın ;)


Sevgiler...









20 Mart 2015 Cuma

seyyah kedi

Merhaba,
Biz bu hafta sonu Miskinle yollara düştük Balıkesire gidiyoruz. Bakalım yolculuğumuz nasıl geçecek.


Sevgiler

Bu arada ilk defa telefon ile bir post giriyorum hiçte zor değilmiş :)





14 Mart 2015 Cumartesi

Kısa bir merhaba

Merhabalar,

Yaklaşık 8 gündür iş amaçlı yurtdışındaydım ve bu defa uçuş süresi oldukça uzun olduğu için toparlanmam zaman aldı. Biraz jetlag oldum desem yalan olmaz, özellikle uyku ve yeme içme düzenim karmakarışık oldu.

Bu Amerika'ya ilk kez gidişimdi ve çok heyecanlıydım. Sevmediğimi düşündüğüm tarafları çok ancak hep merak ettiğim bir yerdi. Gidilen eyalette çok önemli tabi, biz mimarisi ile ünlü şehir Chicago'ya gittik. Gerçekten manzarası güzel bir şehirdi. Sürekli gökdelenler arasında yaşamak istemezdim ama bu tarz ziyaretler açısından büyüleyici ve keyifli oluyorlar bence. Özellikle bir gece en yüksek ikinci gökdelenin (Signature) çatısındaki restoranın barında bir şeyler içtik, manzara ve yükseklik gerçekten nefes kesiyordu.

Açıkçası biraz yabancı geleceğini düşünmüştüm ancak bana o kadar tanıdık ve aşina geldiki ben burada çok rahat yaşarım dedim :). Çocukluğumuz boyunca empoze edilmiş bir Amerikan kültürü ve gençlik ve  yetişkinlik boyunca izlenen dizilerden sonra ne beklemeliydim tabi bilmiyorum. Avrupa'ya kıyasla Amerika bana daha çok Türkiye'ye yakın geldi. Yalnızca daha iyi bir düzen, temizlik, planlanmışlık ve herşeyin daha büyüğü.

En basitinden otel odası aynı Türkiye'dekiler gibi geniş ve yeni eşyalar ile döşenmişti. Avrupa'da aynı ücretli otellerde bu kalite temizlik ve genişliği bulmak imkansız gibi bir şey.

Aşağıdaki fotoğraf odamın manzarasını gösteriyor, 26. katta kalıyordum. Biz gittiğimizde hava sıcaklığı  -8 derecelerdeydi, bıırr . İnsanın açıkta kalan her yerini donduran bir soğuk. Chicago bir de rüzgarı ile meşhurmuş , takma adı "Windy City"miş.




Neyseki sonraki günlerde hava sıcaklığı 6 dereceleri gördü ve güneş açtı. Çok daha keyifli bir şehre dönüştü birden.

Akşamları iş çıkışı alışverişe gittik. Genelde buradaki boyner gibi mağazalar var Ross, Tj-Max, Nordstrom, Macy's ve kozmetik ve kişisel bakım için adım başı Wallgreens mağazalarına rastlamak mümkün. Bu mağazalardan çok güzel çantaları gayet uygun fiyatlara aldım diyebilirim. Türkiye'de 1000 TL ve üzerine satılan Marc Jacobs ve Michael Kors gibi markaları çok rahat bulmak mümkün düşük fiyatlara satılıyordu ancak yine de benim bütçemin üzerinde kalıyorlardı. Biraz aptallık edip hediye alma işini son gün outlete bakacağız umudu ile ertelemiştim. Outlette hiç bir şey bulamayınca hayal kırıklığına uğradım ve alacak bir şey bulamadım diyebilirim. Eğer bir gün yolunuz düşerse önerim şehir içindeki yukarıdaki mağazalardan hediye işlerini halletmeniz, Ohare havalimanı yakınındaki outlette malesef bir şey bulmak pek mümkün değil. Yani mağazalar var ama Türkiye ile aynı fiyatlara satılıyor, orada iki ara bir derede bir şeyler alacağıma Türkiye'den almak daha mantıklı geldi.

Yeme içme kültüründen de çok az bahsetmem gerekirse suyu mutlaka buzlu servis ediyorlar, hemde ne buz, sürahin yarısı su yarısı buz. İlginç bir şekilde bir de o buzlar çok geç eriyor. Ben genel olarak yemeklerini de beğendim. Avrupanın aksine buradaki menüler ve restoranlar kesinlikle bizim yeme içme kültürümüze daha yakın geldi. Fast food olarak Mc Donalds vardı ancak hiç Burger King göremedim. Aynı şekilde çok fazla pizacı yoktu. Papa Johns dışında pizacı görmedim diyebilirim. Kentucky'de hiç görmedim. Demekki bu markalar daha çok Amerika dışındaki pazarlara yönelik oluşturulan markalar diye düşünüyorum.

Keşke üniversite hayatım içerisine bir tane de work and travel sıkıştırsaydım ve Amerika'ya çok daha önce gidip gezme fırsatını yakalasaydım diye düşünüyorum. Şimdi ancak böyle iş aracılığı ile yada yıllık izin alarak gitmek  mümkün olacak ve gezmek için hep kısıtlı zamanım olacak malesef. Hala Amerika'ya taşınma planlarım devam ediyor aslında ancak pek çok şeyin denk gelmesi lazım. Bakalım zaman bize ne gösterecek.

Sevgiler,



The Millenium Park içerisindeki "Cloud Gate" nam-ı diğer "Bean".

Memento : Chicago filminden bir sahne


1 Mart 2015 Pazar

Takke düştü kel göründü

Dün bahsettiğim lokal kellik mevzusu canımızı sıkınca bugün hemen soluğu veterinerde aldık. Uslu oğlum veterinere giderken yine kendi kendine girdi kutusuna tıpış tıpış gittik. Veterinerimiz baktı ancak tam bir teşhis koymadı. Mantar olup olmadığını bir makine ile kontrol etti. Eğer olsaymış o makinenin merceğinde yeşil yeşil gözükmesi gerekiyormuş ancak hiç bir şey çıkmadı.

Enjeksiyon izi olmadığını oradan enjeksiyon yapılmadığını söyledi. Sanki biri tutup çekmiş gibi dedi.  Yada kabuklu bir yarası vardı, kabuk düşmüş gibi şuanda hiç bir iltihap veya enfeksiyona ilişkin bir iz yok dedi. Bu sebeple tedavi olarak bir sarımsağı ikiye bölmemi ve tüysüz yere iyice bastırarak sürmemi söyledi :)) türk usulu saç çıkarma yapıcaz :)). Onun dışında tüylerin çıkıp çıkmadığını kontrol edeceğiz. En azından mantar değil orası kesin.

Bizde son haberler böyle ...

28 Şubat 2015 Cumartesi

Özel Hayat Kalmadı, Artık Hiçbir Yer Güvenli Değil !!

Kısırlaştırma ameliyatı derken Miskin'in son zamanda kaydettiği en önemli gelişmelerden birini not düşmeyi unuttum. Bizim deli Miskin artık kapıları açıyor canı istediği gibi. Hadi canım sende mi diyorsunuz. Aşağıda her iki açıdan da çektiğim videoları paylaşıyorum, nasıl açtığını gözlerinizle görün diye :)) Üstelik biz hiç bir şey öğretmedikte kendi kendine gözlemleyerek öğrendi cingöz.






Şimdi artık geceleri yatak odasının  kapısının önünde bir iki miyavlayıp sonra kapıyı açarak dalıyor =) Ancak kilitleyerek durdurabiliyoruz. Korkarım yarın bir gün kilitleri de açmayacağının garantisi yok!! Kedilerin inanılmaz bir gözlem ve taklit yetenekleri var. Bu sebeple ben biraz maymunlara benzetiyorum açıkçası. Bizi kapı açarken izleyip izleyip sonunda uygulamaya koydu cingözüm benim. Sizin cingözlerde açıyor mu yoksa  kapıları böyle :)

Kısırlaştırma Ameliyatından Sonra ve Lokal Kellik

Merhabaaa,

Dün ameliyatı ve sonraki süreci sorunsuz atlattık. Bir önceki postumda anlattığım üzere Miskinciğe gece 9:00'dan sonra yemek ve su vermedik. Sabah 09:30'da Veterinerimize teslim ettik. 11:00 gibi ameliyata aldılar. Sonrasında saat 13:00 civarı aradığımda ameliyattan çıkmış henüz uyanmamıştı.

İşten çıkar çıkmaz saat 18:30 gibi veterinerin önündeydim. Miskincik kafeslerden birinde altında pet yatıyordu. Hemen taşıma kabına yerleştirdiler. Birde fena halde çiş kokuyordu. Hemen bir taksiye atlayıp evimize geldik. Veterinerimiz 20:00'ye kadar kafesten çıkarmamamı, 23:00'e kadarda yemek-su vermememi söyledi.  Dışarı çıkarmayışımızın nedeni henüz tam ayılamadığı için düşüp kendine zarar verme ihtimaliydi. Nitekim saat geldikten sonra çıkarmış olmama rağmen koltuğa atlamak istediğinde ön ayakları attı ancak birden başı döner gibi olup arka üstü ben tutmasam düşecekti ve kafasını sehpaya vuracaktı. Bu yüzden aman dikkat çıkarsanızda gözünüz üstünde olsun.

Akşam yine saati gelince yemeğini verdik. Kusma gibi bir durumla karşılaşmadık. Tuvaletini de yine tuvaletine yapmaya devam ediyor. İlk başta dediğim gibi feci şekilde çiş kokuyordu. Hemen ıslak mendillerle ameliyat olduğu yer hariç bir kaç tur temizledim. Şu anda kokusu kalmadı. Kendide zaten sürekli yalayarak her yerini temizliyor.

Bu arada dehşet bir tüy dökülmesi yaşadık. O kadar çok tüyü döküldüki anlatamam. Ameliyattan kaynaklı strese bağlıyorumdum ben açıkçası ama bir kaç saat önce farkettiğim boynunun üst kısmındaki lokal kellik çok canımı sıktı. Hemen veterineri aradım ve fotoğraflarını gönderdim. Henüz yanıt vermedi ama yarın götürüp sıcağı sıcağına muayene ettireceğiz. Umarım mantar değildir.

İnternette yaptığım ön araştırmada çoğunlukla mantardan bu tarz kelliklerinden olduğunu okudum. Diğer olasılıklar ise mamanın yaptığı alerji, iç parazit veya aşı yeri izi. Aşağıyada fotoğraflarını ekliyorum. Kıpır kıpır olduğu için şöyle bir net çekemedim ama anlaşılıyor. Kellikler beyaz renkli , dokuda herhangi bir bozulma yok. Acaba yine stresten etkilenmiş olabilir mi diye düşünüyorum. Bakalım veterinerin teşhisi ne olacak.

Mantar çok illet bir şey ve vücudunun diğer bölgelerini de yayılması olası. Dahası bize de bulaşabilir ve bizden tekrar ona bulaşabilir. Bu sebeple çok acil önlem almak lazım.

Şans dileyin bize yarın için...






Memento : Breakfast at Tiffany's


26 Şubat 2015 Perşembe

Kısırlaştırma Ameliyatı Öncesi



Merhaba,

Yarın bizim için büyük gün. Miskin kısırlaştırma ameliyatı olacak. Çok karışık duygular içerisindeyim şu anda, ameliyat esnasında bir şeyler ters gider diye öyle çok korkuyorumki. Ameliyatın kendisinden çok şu narkoz olayı beni ürkütüyor. Keşke bu kedişlere de lokal anestezi yapabilirselerdi.

Miskin bu günlerde 8. ayına girmiş oldu, yani kısırlaştırma açısındanda uygun yaşı bulmuş olduk. Tabi bu konuda hem pek çok kedi sahibinin hem de doktorun fikri farklı ama ben kendimce Miskin için zamanın geldiğini düşünüyorum hatta belki 3 hafta önce olabilirdi ama gerek iş yoğunluğu gerekse özel mazeretlerden ameliyatı ertelemiştik.

Güzel oğlum benim..Şu son 5 ayda hayatımıza giren en özel ve en önemli şey oluverdi. Evimizin neşesi, eğlencesi odak noktası oldu. Defalarca  gülme krizlerine sokuyor bizi...Babasıda onu çok seviyor, hiç kıyamıyor ona, bazen üşenip suyunu çeşmeden doldurunca neden damacanadan su koymuyorsun diye bana kızıyor.

İsmi Miskin ama kendisi hiç Miskin değil. Daha çok "Tarzan" ismi yakışabilirmiş mesela, yada "Zıpır", "Kıpır", "Azman" kesinlikle yanlış isim seçmişim.

Şimdi bu canımın köşesini saat 09:00'dan sonra beslememek gerekiyormuş. Gel de dayan sabaha kadar  aç bakan umutlu gözlere. 12 saat midesi boş kalmalıymış ki narkoz aldığında sorun olmasın. Napalım ne yapıyorsak iyiliğine olsun diye yapıyoruz.

Yarın kendi ellerimle bırakacağım oğlumu veterinere, son bir kez öpeceğim...
Güzel haberler ile dönmek istiyorum buraya döneceğimde biliyorum...

Sevgiler,




25 Şubat 2015 Çarşamba

Siz Yoksa Giller Takvimini Duymadınız mı ?



Merhaba,

Uzun bir ara oldu. İşlerim son iki haftadır oldukça yoğun bir de üzerine yurtdışı seyahati eklenince iyice koptum buralardan. Haftaya yine gidiyorum bu defa bir haftalığına bu sebeple gitmeden araya bir yazı sıkıştırayım dedim. Bugün aldığım güzel bir mailde bana yazım konusunda ilham verdi !

Benim kedi tutkumu bilen çok yakın bir arkadaşım 2014 yılı için bana kedili Giller takvimi almıştı. 2015 yılı takvimini ise henüz Miskin'i evlat edinmemiştik, düşünceli Müdürüm hediye etmişti.(Bu arada takvimler sanıyorum eylül itibarı ile piyasaya çıkıyor çünkü o zaman hediyemi almıştım, yani 2016 takvimleri 2015  Eylül ayında raflarda görebilirsiniz ) Henüz bir kedim olmadığı için hergün başkalarının kedilerine bakıyor, onların hikayeleri ile mutlu oluyordum. Bu yıl ise dedimki 2016 yılı için Miskintoşumun bir fotoğrafını göndermeli ve bu takvimde kesinlikle yer almalıyız.

Bu arada Giller Takvimi nedir diyenler tıklayınız. Çok kısa anlatmak gerekirse. Her yıl son başvuru tarihine kadar kedi köpek sahipleri minnoşlarının fotoğraflarını çekiyor ve güzel bir mesajla bu takvimde yayınlanması için ilgili adrese gönderiyorlar. Başvuru koşulları için tıktık.

Giller takvimi ailesi tarafından seçilen fotoğraflar ajanda ve takvimlerde yerlerini buluyor ve d&r 'da veya kendi sitesinden ilgililere satışa sunuluyor. Her yıl basım garantisi yok. Son başvuru tarihine kadar minimum 313 kedi ve 313 köpeğin fotoğrafının gönderilmesi gerekiyor.

Bence çok yaratıcı ve eğlenceli bir fikir, bu işe girişenlerin yüreğine ve emeğine saygı duyuyorum. Sonuçta biz kedi köpek sahipleri böyle bir anıyı kendi imkanlarımızla oluşturmamız mümkün değil. Giller takvimi sayesinde minnoşların fotoğrafları unutulmaz bir hatıraya dönüşmüş oluyor.

Ben başvurumu Miskin'in yılbaşı konseptli fotoğrafları ile hafta sonu yapmıştım, bugün öyle güzel bir mail geldi ki çok sevindim, çok memnun oldum. Bence bu işin sorumlusu kişiler işlerini hakkı ile yerine getiren ve ciddiye alan insanlar.

Siz de böyle bir hatıraya sahip olmak istiyorsanız başvuru koşullarını yerine getirip bir mail atmanız yeterli. Herhangi bir ücret talep edilmiyor, fotoğrafların yayınlanma ve kullanım hakkını deveretmiş oluyorsunuz, varsın devrolsun turşusunumu kurucaz fotoğrafların :))

Benim paylaştığım fotoğraflar aşağıdaki gibi, birde yazının başındaki,  umarım bizi seçerleeer =D











12 Şubat 2015 Perşembe

Maşallah dediğim kırk gün yaşamıyor

Yahu daha dün her şey normale dönüyor diye bir yazı yazdım, dün gece Miskin yazımı okumuş olacakki şuna bir ders vereyim dedi. Gece 3'ten sabah 7 'ye bir kedi hiç yorulmadan nasıl miyavlar biri bana anlatsın bunu :(. Mıy mıy mıy kapıyı açınca Mırak. Canı sıkılıyor anlıyorum ama nasıl yorulmuyor ve bu kadar enerjik. Yani akşam aşırı efor sarfetmedik yormak için ama uyutmamıştıkta. Canı sıkılıyor arkadaş istiyor anlıyorum onu ama şu an elimden bir şey gelmez.

İkinci kediyi ciddi ciddi düşünüyorum. Çünkü benim enerjim Miskin'i yormaya yetmiyor bunu anladım. Yetmesi için bütün gece benimde ordan oraya koşturup durmam lazım. Bu sefer bende hal kalmıyor saat 10:00 olunca uykum geliyor. Şu kısırlaştırma ameliyatını bir atlatalım bu konu üzerine eğileceğim. Hem bütün gün evde yalnız başına da kalmamış olur. İşte kafama takılan ikinci kedinin masraf kısmı oluyor. Miskin'in aşıları maması kumu derken baya bir harcama yaptığımı farkettim. Harcayacağım tabi gocunduğumdan değil ama ikinci için de aynı harcamaları yapacak gücümüz var mı onu bilmiyorum işte ...


11 Şubat 2015 Çarşamba

Son Durumlar

Aslında yazacak çok şey birikti ancak uzun süredir vakit bulup toparlayamıyorum. Geçen hafta Cumartesi veterinere gittik ve Miskin'i muayene ettiler. Veterinerin söylemesi ile Miskin artık erkek olmuş :). Kızgınlığa girmeye başlamış ve artık kısırlaştırma ameliyatı zamanı gelmiş. Hemen ameliyata alabiliriz dediler ancak ben istemedim. Çünkü benim planım Cuma sabahtan veterinere bırakıp cuma akşamı alıp hafta sonunda da yanında olmak. Sonuçta ameliyat atlatacak mümkün olduğunca uzun süre yanında olmam gerekir diye düşünüyorum. Ancak Cuma günü iş sebebi ile yurtdışına gidiyorum ancak Pazartesi dönebileceğim. Bu sebeple ameliyatını da bu cuma değil bir sonraki cumaya planladık. Umarım her şey yolunda gider ...

Son günlerde bir hafta öncesine göre daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Artık geceleri o kadar fazla miyavlamıyor, sabahları da çok erken uyandırmıyor. Tabi yine deliksiz uyumak mümkün değil ama ameliyattan sonra artık bir düzene girer diye umuyoruz. Bu arada tuvalet kabı çok kötü kokuyor. Hatta bugün sanırım patilerine de idrar değmiş kendide biraz kokuyordu. Hemen ıslak mendille şöyle bir sildim. Koltukların örtüsünü de yıkatacağım. Tuvaletinin kumunu da kısırlaştırmadan sonra tamamını atıp değiştirmeyi düşünüyorum. Eski kokular çağrışım yapmasın =)

Bu arada Dr Clauders'ın Relax and Fit macunu ulaştı. Hergün 1-2 cm yediriyorum. Belki de bu hafif sakinleşmesinde macunun da etkisi olabilir diye düşünüyorum. Veterinerime macunu sordum ama o bana Gimpet ürünlerini önerdi. Yatıştırıcı etkisi olduğu hakkında sanırım bilgisi yoktu sonuçta gimpetin muadil bir macunu yok. Bu açıdan kafamda soru işareti oldu. Yani veterinerimiz fiziksel muayene ve tedaviler konusunda çok iyi ancak psikolojik sorunlarda malesef yardımı dokunmuyor...

Acana Pasifica Kedi Maması



Merhabaaa,

Aslında uzun zamandır yazacaktım ancak son günlerde yoğun bir tempoda çalışıyorum bu sebeple bloğa fazla vakit ayıramadım.

Miskin için Royal Canin Kitten 36 kullandıktan sonra kedilibirhayat bloğunun sahibesi Meltem Hanım'ın yazılarında önermiş olduğu Acanayı denemeye karar vermiştim. Acana mamalarda yetişkin ve yavru ayrımı bulunmuyor. Tek tip mama tüm yaşlar için farklı miktarlarda öneriliyor.

Öncelikle mamayı kendi açımdan yorumlayayım. Mamanın kokusu gerçekten çok kötü. Kaba koyup bırakınca o kötü koku bütün salona yayılıyor ,o derece etkili yani. Royal Canin'in kokusu bana kötü gelmiyordu mesela hatta burnum alışmıştı ancak bu Acana'nın kokusuna alışılacak gibi değil. Tabi ben Pasifica için konuşuyorum tavuklusu veya kuzulusu farklı olabilir. Taneleri Royal Canin'den daha büyük yuvarlak ve yassı.



Miskin' in bayıldığını söyleyemem. Tabi burun kıvırmayıp yine aç kalmamak için yedi ama Royal Canin'i yediği kadar hevesli değildi. Ben özellikle tahılsız bir mama olması ve doğal koruyucular ile korunması sebebi ile merak etmiştim ama bir daha almayacağım sanırım. Zaten 2 kgluktu, biter bitmez yine Royal Canin 36 'ya dönüş yaptık. Aynı heves ve ağız şapırtısı ile yemeye devam ediyor :)

Bir sonraki mama denemem N&D olabilir diye düşünüyüorum.




5 Şubat 2015 Perşembe

Pembe Sabahlıkta Buldum Annemi

Geçtiğimiz hafta uzun süredir çok özendiğim polar sabahlığa nihayet indirimler sayesinde kavuştum.
"Seni pamuklara sarmalar sararım..."diyor ya Sezen Aksu. İşte sabahlıkta o kadar tüylü ve yumuşak ki o sarmalanma duygusunu şiddetle hissediyor insan.. : )

Ne varki sabahlığın cazibesine kapılan ve kendinden geçen bir tek ben olmadım. Giydiğim ilk dakika yanıma arz-ı endam eden Miskintoşum kucağıma oturdu, başladı üzerimi ince ince yoğurmaya. Önce hafif hafif yaparken sonra kendinden geçercesine adeta transa geçmiş gibi gözlerini kısa kısa tüylerin arasını koklayıp yalayarak devam etti. En son onu böyle gördüğümde yeni bulduğumun ertesi günüydü. Battaniyeye aynı şeyi yapıyordu. ..


(Bu fotoğraf bir kaç gün sonra çekildi malesef esas olayı görüntüleyemedim)

Şimdi böyle koca kediyken bebek gibi hareketler yapması, o aranmaları beni çok hüzünlendirdi... Sanki nasıl desem çok iyi tanıdığınız bir arkadaşınızın akli dengesini yitirip çocukca hareketler yaptığını düşünün. Belki tam olarak tarif edemedim bendeki duygunun karşılığını ama işte onu öyle görmek gerçekten kalbimi kırdı.

Kediler bebekken annelerinin memesinden süt akışını sağlamak için yoğururlarmış. Bu harekette oradan geliyormuş. Yani sonrasında mutlu olduklarında yada anlattığım üzere (annesinin karnına benzettiği için bence) yumuşak tüylü bir şey gördüklerinde eski anıları canlanır ve bu hareketlerini tekrarlarmış. Evet Miskin zaten sık sık normal zamanda da ufak ufak yoğuran bir kediydi ama o yoğurduğunun ben olduğumu biliyordu bu defakindeki hüzünlü taraf o üzerimde sahte poları annesi sanmış olmasıydı. Olmayan memeyi araması, derin derin koklaması, gözlerini kısarak kendinden geçmesi...

Önce bir süre sabahlığı giymeyeyim dedim. Sonra ise sabahlık gibi peluş bir battaniye dikmeye karar verdim Miskin için. Madem böyle mutlu oluyor battaniyeyi yuvasının içine koyarım belki kendini daha huzurlu hisseder diye düşündüm.

Kedilerinde annesi var be blog ve bence kedilerde annelerini özlüyorlar, kim ne derse desin..





Popüler Yayınlar

Sayfalar